
Vehhabilikten Cihatçı Selefiliğe Giden Yol
Afganistan’ın SSCB tarafından 1979’da işgali sonrasında bu ülkede güçlenen silahlı cihat geleneği, yakın dönem Batılı ve İslam araştırmacılarının en çok tartıştığı toplumsal olgulardan birisidir. Bunun dikkat çekici yanı, geçmişteki benzer örneklere uymamasıdır.
Cihatçı Selefiliğin uzak geçmişte Hariciler yakın geçmişte ise Türk, Afgan, Cezayir, Sudan, Pakistan vb. ulusal bağımsızlık mücadelelerinde aktif rol oynayan tarikatlar ile kıyaslandığında farklı özellikler taşıdığı görülür. Hem ileri sürdükleri dini argümanlar hem de benimsedikleri yöntemler bu farklılığın ana kaynağıdır. Yakın tarihlerde GİA, El Kaide, IŞİD, el Nusra, Boko Haram, eş Şebab gibi örgütler Cihatçı geleneğin en bilinen örnekleridir. Bunlar geleneksel medreseler, tarikatlar veya İslami siyasal, modernist hareketlerden farklı şekilde dini bir toplumun oluşmasını bir İslami devletin kurulmasına endeksliyorlar. İslami devletin kuruluşu için hem sömürgeci/emperyalist Batılı güçlere hem de “tevhitten uzaklaşmış”, cahiliye adetlerine saplanmış Müslüman toplumlara karşı cihat yapılması öngörülür.
Bu analiz çalışması literatür araştırmaları üzerinden cihatçı Selefiliğin tarihsel gelişimini incelemeyi amaçlamaktadır. Vehhabilik hareketinin cihatçılıkla ilişkileri, benzer ve farklı noktalar bu bağlamda ele alınacaktır. Cihatçı Selefiliğin takip edilebilecek uzun bir geleneği yoktur. Silahlı cihadı metot olarak benimseyen bu tür İslamcı gruplar ancak 1970’lerden sonra ortaya çıkmaya başlamıştır. En belirgin etkinlikleri Afganistan’da ortaya çıktığı için uzmanlar Cihatçı Selefiliği bu tarihlerden başlatma eğilimindedir.
İçindekiler
“Cihatçılık” Selefilik midir Haricilik mi?
Cihatçılığın” Selefilik olup olmadığı tartışma konusudur. Geleneksel manada Selefiliği temsil eden gruplar sıklıkla bu isimlendirmeyi reddetmektedir. Bunların iddiasına göre cihatçılık Haricilik ile eş tutulmalıdır. Böylece en baştan Ehli Sünnet ile irtibatları reddedilmelidir. Ehli Sünnet düşüncesinin en sıkı takipçileri şeklinde bilinen ve ilmi kimliğiyle öne çıkan Selefiliğin, Haricilikle bu şekilde yan yana getirilmesi itirazlara yol açmaktadır.
İslam tarihinin ilk dönemlerinde ortaya çıkmış ancak günümüze kadar varlığını sürdürememiş Hariciliğin yüzyıllar sonra cihatçılıkla aniden ortaya çıktığını söylemek sosyolojik açıdan doğru değildir. Günümüze ulaşan tek Harici kolu olan İbadilik bile uyguladıkları şiddet yöntemi açısından cihatçılığı kabul etmemektedir. Diğer taraftan cihatçı grupların ortaya çıktıkları ortam ve beslendikleri kaynaklar açısından yeni Selefiliğin iki güçlü ekolü, Vehhabilik ve İhvan-ı Müslimin geleneklerinden önemli ölçüde etkilendikleri görülmektedir. Hem lider kadroların bu gelenekler içerisinde yetişmesi ve akabinde kopmaları hem de bazı ortak referans noktaları bu kullanımı daha gerçekçi kılmaktadır. Mevdudi’nin Cemaat-i İslami’si de teorik kaynak oluşturma anlamında bu grup içerisinde zikredilebilir [1].
Tarihsel olarak öncelikle Vehhabilik ve cihatçılık arasındaki ilişkileri incelemek gerekir. Vehhabilik, Muhammed b. Abdilvehhab (ö. 1792) tarafından Arabistan’da başlatılan dini ve siyasi harekettir. İlk ortaya çıktıklarında Osmanlı’nın meşru yönetimini reddettiler, ameli imanın bir cüz’ü kabul ettiler, büyük günah işleyenleri tekfir ettiler ve şiddeti bir yöntem olarak kabul ettiler. İlk dönem İslam toplumlarının dini ve sosyal prensiplerine dönmeyi talep ettikleri için kendilerine Selefi ya da Ehl-i hadis denmesini isterler. Kendileri gibi Osmanlı yönetimine karşı çıkan Suud emirinin desteğini alarak siyasi bir boyut kazanmışlardır. Devletleşme sürecinde İngilizlerin önemli destekleri olmuştur. Suudi Arabistan devlet olarak Vehhabilik dini geleneği, Suud ailesinin ve çevresinin siyasi idaresinde ikili bir yapı üzerine kuruldu [2]. Büyükkara’ya göre Vehhabilerin Suud emiriyle kurdukları ilişki zamanla Selefiliği siyasallaştırması ve devletleştirmesi bakımından önemlidir [3].
Vehhabiliğin teorik açıdan Selefi sayılıp sayılamayacağı da ayrı bir tartışma konusudur. Öncelikle Selefilik bir mezhep değildir. İslam’ın ilk dönemine dönüşü vurgulayan ve buna özlem duyan bir “zihniyettir”. 20.yy’a kadar da bir mezhep şeklinde ele alınmamış, “Selefilik” şeklinde bir tanımlama yapılmamıştır. Selef sözcüğü uzun asırlar boyunca İslam’ın ilk üç neslini tanımlamak için Selef-i Salihin olarak kullanıldı. Vehhabiler de 1900’lerinbaşlarına kadar kendilerini bu şekilde tanımlamıyorlardı. Fakat özellikle Şiilere karsı uyguladıkları şiddet politikaları ve oluşturdukları kötü imaj, Vehhabiliğin İslam toplumlarında eleştirilmesine neden oldu. “Selefilik” onlar için yeni bir imaj oluşturma imkânı sağlamıştır. Bu tarihlerden sonra, Sünni İslam toplumlarına açılmak için kendilerini Selefiliğin temsilcisi gibi gösterme gayretleri dikkat çeker [4].
Vehhabilik’te, cihatçı Selefiler’de olduğu gibi şiddet kullanma eğilimleri görülmektedir. Hem Suud ailesi hem de Vehhabi ulemasının Arabistan’ın çöl, kırsal Necd bölgesinden çıkmış olmaları dini, siyasi ve sosyal konularda sert tavır almalarının bir sebebi olmuştur. Hanbeli olmaları da bu sertliklerinde ayrıca etkili olmuştur. Ancak devletleşme sürecinde sertlikleri değişim göstermiştir. İ. Haldun’un belirttiği gibi toplumlar bedevi ve hadari şeklinde ikiye ayrılır ve tarih bu iki toplumun çevrimsel dönüşümlerinin bir sonucudur. Bedevi olan kavimler önceleri mertlik, yiğitlik, savaşçılık, güç istenci ile doluyken hadari (şehirli) olanlar zamanla lüks, eğlence, ince zevkler ve akli ilimlerle uğraşmayı alışkanlık edinir. Bunun sonucunda bedevi gruplar, iktidarı koruyacak siyasi, askeri, ekonomik gücü kaybetmeye başlayan hadari gruplara galebe çalarlar ve onların yerini alırlar. Burada iktidar ve ekonomik güç anlamında “mülke” sahip olma isteği temel belirleyicidir. Buna asabiye denir ve her kavimde asabiyenin gücü farklıdır [5].
Vehhabi-Suud ailelerinin dini-siyasi ittifakıyla oluşan modern Arabistan devleti zamanla başlangıçtaki asabiyeyi kaybedip sosyo-ekonomik politikalarında yumuşamaya başlamıştır. İ. Haldun’un asabiye teorisine uygun şekilde bir kaç nesil sonra kurumsallaşma, askeri sertliğin kırılması ve ılımlılaşma süreci yaşandı. Devletleşme sürecinde devletin imkânlarından daha az istifade eden Vehhabi ulema, zenginleşen ve daha çok değişen Suud ailesine karşı ilk eleştirileri 1930’larda yapmaya başlamıştır. Bu süreç bazen ulema bazen siyasiler lehine değişerek devam etmiştir. Ancak 1960’lardan sonra güçlenmeye başlayan Pan-Arabizm, İhvancılık ve Baasçılık akımları karşısında Suud iktidarı modern İslamcı politikalarını geliştirdi. Bu, Vehhabiliğin daha katı uygulanması, İslam ülkelerindeki dini gruplara yardım, Batı’daki Müslüman toplumlara cami ve imam desteği gibi hamlelerini beraberinde getirdi. Yapılan hamleler ülke içerisinde şeriat taraftarı çevreleri bir süre teskin etti.
79 İran devrimi ile Suud iktidarı dine ve şeriata daha fazla sarılma stratejisi izledi. İran’ın Şii yayılmacılığı ve İslam Dünyası’nın liderliğini istemesi Suudileri “bir strateji olarak” Sünni/Vehhabiliği yaymaya zorladı. İki ülke arasında 80’ler boyunca devam eden İslam dünyasının liderliği kavgası Vehhabi ulema gibi bu ülkedeki İhvan ve diğer Selefi grupları da memnun etmekteydi. Aynı dönemde Suud ailesinin petro-dolarlar sayesinde yaşadığı lüks ve çalkantılı yaşam da katı İslamcı politikalar sayesinde eleştiri konusu olmadan devam etmiştir. Bu süreçte Suudi yönetimin Afgan cihadına verdiği destek de muhalefeti yatıştırıcı rol oynadı [6].
Vehhabiliğin kırılma noktası 90’da Irak’ın Kuveyt’i işgali ve bir yıl sonra da ABD öncülüğündeki Batılı müttefiklerin Irak’a operasyon için Arabistan topraklarına yerleşmesi oldu. Gayri Müslim askerlerin bir İslam ülkesini işgal etmek için Suud topraklarına girmesi Suudilerin ABD ile girdikleri kârlı petrol ticaretini ve Suud ailesinin lüks ve sefahatini eleştiren bir kısım ulemanın sert tepkisine neden oldu. Ülkesine hiçbir kafirin ayak basmamasıyla gururlanan ve kutsal yerlerin koruyucusu sıfatını taşıyan Suudi-Vehhabi devletin, Batılı ittifakın ordularına ev sahipliği yapması büyük hayal kırıklığı yarattı. Bunların bir kısmı, zaten bir süredir ülke dışında olan Usame b. Ladin gibi cihatçılarken bir kısmı da bu süreçte Suud ailesini ve Suudi Arabistan’ı “kâfirlerle işbirliği” yapmakla suçlamaya başladı. Kepel ve Roy gibi uzmanlar bu hadisenin radikal Vehhabi gençliği cihatçılığa sevk ettiği konusunda hem fikirdir [7].
Vehhabiliğin Cihatçı Karakteri
Vehhabiliğin cihatçılığa geçişi kolaylaştırıcı yönlerini kısaca belirtmekte fayda vardır. Öncelikle Vehhabiler tekfir ve şiddet metodunu güçlü şekilde kullanmaktadır. Abdilvehhab’a göre iman amelle bütündür. Kur’an ve Sünnet’te belirtilen konularda günah işleyen kimse hakiki mü’min sayılmaz. Aynı şekilde dinin asli kaynaklarında olmayan her türlü dini uygulama bid’attir. Bu sebeple Vehhabiler İslam toplumlarını bid’atlere karşı gevşek davranmakla itham ederler. Halk dindarlığının en belirgin unsurları olan türbe ziyaretleri, mevlid kutlamaları, tarikatlar, muska gibi uygulamalar Vehhabilerce şiddetle eleştirilir. Yine felsefe, kelam ile uğraşmak, süslü mescitler ve yüksek minareler yaptırmak ve teganni ile Kur’an okumak eleştiri sebebidir [8]. Günümüzde faaliyet yürüten cihatçı gruplar da benzer şekilde tekfir mekanizmasını ve bid’at kartını sıklıkla kullanmalarıyla biliniyorlar. Bunlar kendi aralarında da yaygın şekilde tekfirciliği kullandıklarından hızla bölünebilmektedirler [9].
Vehhabilerin Batı aleyhtarlığı da dikkat çekicidir. Sahip oldukları katı ideoloji kendilerini Batı karşıtı şeklinde tanımlamaya itmiştir. Fakat 1970’lerden sonra ABD ile başlayan büyük petrol ticareti ve Arabistan’ın bayındırlaşma çalışmaları devletin ve halkın batılılarla daha yakın ilişkiler kurmasına neden olmuştur. Bunun en bilinen neticesi Suudi ailesinin ve ileri gelen zenginlerin hızla batılı yaşam tarzlarını benimsemesi olmuştur. Diğer taraftan ulemanın ve radikal çevrelerin eleştirilerini bastırmak için katı şeriat uygulamaları gösterişli törenlerle icra edildi. Cihatçı Selefi grupların da batıda yetişmiş hatta son yıllarda önemli ölçüde mühtedi batılı cihatçılara sahip olmasına karşın zulmün ve küfrün temsilcisi gördükleri batılı devletlere karşı fiili ve sözlü saldırıları dikkat çekicidir. Bir anlamda Cihatçı Selefiliğin varlık gerekçesi “kafir” Batıdır.
Vehhabilerin ve cihatçı Selefilerin önemli benzerliklerinden biri kuşkusuz Şii düşmanlıklarıdır. İki zihniyet de Haçlı ordusu şeklinde gördükleri Batılı ordular kadar Şii güçleri de yok edilmesi gereken bir düşman olarak görür. Vehhabilerin hem ilk dönemlerinde Şiilerin Kerbela ziyaretlerine yaptıkları kanlı saldırılar hem de 79 devriminden sonraki İran karşıtlıkları bu konudaki çizgilerini anlama adına önemlidir. Aynı şekilde Taliban, el Kaide, IŞİD, Nusra gibi grupların faaliyet yürüttükleri toplumlarda masum Şiileri bile öldürmeleri Şii nefretlerinin boyutunu göstermektedir.
Cihatçı gelenek ile Vehhabiliğin etkileşimini tarihsel süreçte de izleyebiliriz. İlk dönemlerde Afgan cihadı için bu ülkeye giden savaşçıların önemli bir kısmı Vehhabiydi. Suudilerin bu savaş için sağladığı maddi ve politik destek de bilinmektedir. Aynı dönemde Afgan-Pakistan medreselerine yaptıkları maddi ve ideolojik destek de akılda tutulmalıdır. Zaten sonradan Taliban şeklinde öne çıkacak olan bu medreseler katı din anlayışlarıyla büyük oranda Vehhabiliği taklit edeceklerdir. Bu coğrafyadan dünyaya yayılacak olan cihatçılık özetle silahlı desteğini ve ideolojik zeminini büyük oranda Vehhabilikten almıştır. Benzer bir süreç IŞİD ve Nusra’nın kuruluş aşamalarında da yaşanmıştır.
Sonuç
Belirtmek gerekir ki Suudi devleti dış politikasında etkili şekilde kullandığı bu örgütleri ve cihatçıları kendi ülkesinden uzak tutma stratejisini hiçbir zaman terk etmemişlerdir. Yine bazı cihatçıların Suudilerin gizli-açık desteklerine rağmen bu ülkeyi “şeytan” Amerika’nın kuklası şeklinde ilan etmeleri manidardır [10]. Uluslararası ilişkilerde el altından desteklenen bu tür örgütlerin destekçi ülkelere yönelik söylemleri her zaman ilginç olmuştur. Sol gruplar ile onları destekleyen ülkeler arasında da benzer sataşmalar stratejik ilişkileri etkilememektedir. Bu durum ABD’den destek alan sol, milliyetçi, İslamcı örgütlerin her fırsatta Amerika’yı lanetlemesi gibidir.
Vehhabilik hem politika ve yöntem olarak hem de ideolojik olarak cihatçı Selefiliğin gelişmesinde önemli bir rol oynamıştır. Yakın dönemlerde ortaya çıkan cihatçı gruplarda da örneğini gördüğümüz üzere Arabistan devleti cihatçılarla çoğu zaman yakın ilişki halindedir. Yine dünyadaki cihatçı hareketlilik raporları, Suudi Arabistan’ın bu gruplara en fazla eleman gönderen ülkelerin başında olduğunu gösteriyor [11].
Dipnotlar:
1- Gilles Kepel, Cihat. (H. Bayrı, Çev.) İst: Doğan, 2001; Oliver Roy, Siyasal İslam’ın İflası. (Cüneyt Akalın, Çev.) İst: Metis, 2017; Mehmet Ali Büyükkara, Çağdaş İslami Akımlar, Klasik, İst. 2016.
2- Sönmez Kutlu, “Vehhabilik”, İslam Mezhepleri Tarihi (ed. Hasan Onat & Sönmez Kutlu),Grafiker, Ank. 2016.
3- Mehmet Ali Büyükkara, age.
4- Hasan Onat, “İslam Ortak Paydasını Kaybetmiş Müslümanların Açmazı: Şii-Selefi Kutuplaşması”, Gaziantep Ünv. İslami Akademi Dergisi, S. 1-2, c. 1, 2015.
5- Haldun, İ. Mukaddime (Cilt I/II). (2, Dü. & S. Uludağ, Çev.), Dergah. İst. 1991.
6- Gilles Kepel, age; Oliver Roy, age.
7- Gilles Kepel, age.; Oliver Roy, age.
8- Mehmet Ali Büyükkara, age.
9- Hasan Onat, agm.; Gilles Kepel, age.
10- Gilles Kepel, age.
11- Time Dergisinin 2017 tarihli bir analiz/haberinde Tunus, Suudi Arabistan, Ürdün, Rusya ve Türkiye IŞİD’e en fazla eleman gönderen ülkeler olarak sıralanmıştır. Bkz. http://time.com/4739488/isis-iraq-syria-tunisia-saudi-arabia-russia/ Benzer bir başka rapor için Bkz. http://researcherslinks.com//current-issues/The-Role-of-Sharia-and-Religious-Leaders-in-Influencing-Violent-Radicalism/9/5/180/html#Global-Security.-2011
12- Lapidus, I. M. (2016, c. I). İslam Toplumları Tarihi: Hazreti Muhammed’den 19. Yüzyıla (Cilt I-II). (Y. Aktay, Çev.) İst: İletişim.