Dünya'da aşırı-sağ yükseliyor, otoriterleşme eğilimleri artıyor

Dünya’da Aşırı-Sağ Yükseliyor, Otoriterleşme Eğilimleri Artıyor

Çok Okunanlar, Güncel, Politika

Dünya’da Aşırı-Sağ Yükseliyor, Otoriterleşme Eğilimleri Artıyor” tespiti günden güne daha yüksek sesle dile getiriliyor. Son olarak 1930-40’lı yıllarda Dünya çok sayıda otoriter lideri beraber görmüştü. Bu, insanlık tarihinin en büyük trajedisiyle son buldu; II. Dünya Savaşı, 45 milyon ölü, sayısız yaralı, binlerce yıkık şehir, kasaba, köy… Peki, insanlık bundan ders çıkardı mı? Morin’e göre çıkarmadı. Ona göre Dünya yeniden ve hızla otoriter siyasilerin yükselişine şahitlik ediyor.*

Demokrasi taraftarları bu sistemin otoriter sistemleri ve liderleri frenleyeceğini bekleniyordu. Diğer yandan 1800’ler boyunca birçok kalburüstü filozof ve aydın da demokrasinin ciddi riskler barındırdığı uyarısında bulunmuştu. Nihayet şimdilerde bu yönetim şeklinin “mevcutların en iyisi” olduğu kabul ediliyor. Bunun yanında hala ciddi riskler barındırdığı da ortadadır. Edgar Morin, 100 yaşında ünlü Fransız sosyolog-düşünür, bu tehlikeyi önemseyen çağdaşlarımızdan birisidir. 5 yıl önceki bir mülakatında geçmişe kıyasla şimdilerde Dünya halklarının çok daha karamsar bir tabloyla karşı karşıya olduğunu iddia ediyordu;

“Biz 2. Dünya Savaşı yıllarında Nazi saldırıları altında bile bu kadar ümitsiz değildik ve geleceğe karamsar bakmıyorduk. Oysa bugün Avrupa ve Dünya toplumları geleceğe dair olumlu beklentilerini kaybetmiş, güvensiz ve amaçsız bir haldeler. 70’lerde sağ-sol olarak ikiye bölünen Dünya’nın hayalleri vardı. İnsanlar daha adil, eşit ve güzel bir dünyanın hayalini kurabiliyordu. Ama bu, şimdilerde yok olmuş durumda”.

Edgar Morin

Morin’e göre bu durum aşırı sağ-milliyetçi partilerin politikalarını ve otoriter liderlerin söylemlerini çekici kılıyor. Sonuçta halkların birbirine karşı düşmanlığını körüklüyor. Bu, hepimizin çözmesi gereken “ortak bir sorundur” ve bunun için işbirliğine ihtiyacımız vardır. Bireysel ve ulusal karamsarlıklar, belirsizlik ve ümitsizlik güçlü liderlere duyulan ihtiyacı artırırken maalesef otoriterleşmenin de önünü açmaktadır.

Ümitsizlik, karamsarlık, hayatın anlamsızlaşması modern toplumların tipik özelliklerinden biridir. Fromm, Sennett, Foucault, Nisbet, Baumann ve onlarca postmodernist, Marksist, muhalif düşünür bu durumu farklı şekillerde dile getirmiştir. Dolayısıyla Morin’in iddiaları çok sıra dışı sayılmamalıdır. Ancak onun önerisi dikkat çekicidir; Bir medeniyet değişimi! Kapitalizm mevcut sorunlara çözüm üretemiyor ve uygarlık değişimi kaçınılmazdır. Ona göre bugün insanlığın çöküş nedenlerinden biri, kapitalizmin sınır tanımayan ciro, kar, büyüme ve yayılma hırsıdır. Aşırı-sağ partileri ve dolayısıyla otoriterleşmeyi artıran da kapitalizmin bu sınır tanımayan doyumsuzluğudur.

La Tribune’de 2016’da yayınlanan söyleşinin başlığı, “Uygarlık Değiştirmenin Zamanı Geldi” olarak belirlenmiştir.

İçindekiler

Medeniyet Krizi

Batı Medeniyetinin en büyük bunalımlarından bir kaçını I. ve II. Dünya Savaşlarıyla yaşadığını biliyoruz. Çünkü Aydınlanma düşüncesi ve Hegel’in, Napolyon ile zirveye çıktığını düşündüğü medeniyet, insanlığı, “az bir çalışmayla, güneşin altında köpekler gibi güneşlenerek” geçinecekleri bir aydınlığa çıkaramamıştır. İki büyük savaş ve 1929 ekonomik buhranı insan aklına, bilime, ilerlemeye inancı sarstı. Ancak 1950-80 arasında yeniden bir toparlanma sürecine giren bu yorgun medeniyet yine de x, y, z, milenyum gençliğini mutlu etmekte başarı elde edemedi. Dünya’nın geri kalmış/bırakılmış ülkelerinde ise bu yıllarda bağımsızlık hayalleri, sosyalist/dini devrim heyecanları insanları bir parça hayata bağladı.

Soğuk Savaş sonrası dönemde Dünya’nın tek kutuplu olacağı ve artık daha huzurlu, barış dolu bir dünyada yaşayacağımız konuşuldu. İnsanlığın biraz soluklanması beklenirken Afgan Savaşı, Çeçenistan, I. ve II. Irak Savaşları, Bosna ve Afrika-Güney Amerika’da hiç bitmeyen savaşlar huzur hayallerini yeniden suya düşürdü. Zizek’in deyimiyle, “Batı’nın Doğu’ya” bitmeyen müdahaleleri çok sayıda “başarısız-çökmüş” devlet üretmiştir. Bu enkaz yığınının altında el Kaide, Boko Haram, IŞİD, el Nusra gibi sayısını henüz bilmediğimiz örgütler türedi. Bu topraklarda gelecek arayan, hayata anlam yüklemek isteyen, ekonomik, sosyal ve psikolojik çaresizliğine çare arayan gençliğin ümidi marjinal çözümler üreten örgütler oldu.

Dünya’nın değişik yerlerinde faaliyet yürüten terör grupları Avrupa ve ABD’deki hayata tutunamayan maceraperestlerin de diğer “zehirli atıklar” gibi güvenli yerlere nakledilmesinde kullanıldı. Terör, gelişmeyen devlet sistemleri ve büyük devletlerin vekalet kavgalarıyla oluşan istikrarsızlık, politik-ekonomik yapısı çöken ülkelerin halklarını Batı’ya yöneltti. Sonuçta Batı’da zenofobi-yabancı düşmanlığı tavan yaptı ve aşırı sağcı partiler yeniden güçlenmeye başladı. Yakın zamana kadar bu sağcılar “Nazi artığı” şeklinde aşağılanıp toplumdan dışlanırken şimdilerde kendi ülkelerinde hatırı sayılır oy oranlarına ulaşıyor. Dahası AB parlamentosunda birleşerek önemli bir gücü elde ettiler.

Küresel bunalım şaşırtıcı sonuçlara gebe. Demokrasinin kalesi, özgürlükler ülkesi ABD’de ırkçı ve yabancı düşmanı Trump seçim kazanabiliyor. Çünkü bir taraftan biriken ve çözüm üretilemeyen politik, ekonomik ve sosyal sorunlar ortada duruyor. Dünya’da yükselen milliyetçilik de Trump’ın ilk zaferinde rol oynamıştı. İkinci seçimdeki başarısı da göz ardı edilememelidir. Irkçılık ve milliyetçilik bulaşıcıdır. Özellikle “ötekinin” kamusal görünürlüğü bunu tetikler. Avrupa ve Amerikan halkları asgari 200 yıldır inşa ettikleri “yaşam tarzları”nın tehdit edildiği endişesine kapıldılar ve bunu bertaraf edecek radikal çözümler aramaya başladılar. Morin tam da bu noktada, halk ağzıyla konuşan, politik nezaketi önemsemeyen, basit-sade cümleler kuran ve öneriler sunan, kitlelerin duygularına hitap edebilen yeni sağ-otoriter liderlerin başarı kazanmaya başladığını/başlayacağını ileri sürüyor. Bu durum medeniyet krizini derinleştiriyor.

Kapitalizm gemisindeki insanlık buzdağına doğru hızla ilerliyor. Sorun IŞİD, Boko Haram, el Nusra veya Rusya, Polonya, Macaristan liderleri, Hollanda, Fransa, Belçika veya Putin, Trump, Le Pen, Orban vs. değil. Asıl mesele müdahaleci ülkeler karşısındaki çaresizlik, ulus-aşırı şirketler karşısında siyasilerin kuklaya dönüşmesi, gelir eşitsizliği, yükselen milliyetçilik ve Dünya’daki mevcut ekonomik-politik sistemin buna ikna edici bir çıkış yolu sunamamasıdır. Batılı ülkelerdeki kemikleşmiş işsizlik, gelir eşitsizliği, adaletsizlik, göçmen krizleri, yaşam tarzlarının tehdit edildiği algısı, gelecek endişesi vs. sorunlar geleneksel politik liderlerce çözülememektedir. Bu durumda kitleler otoriter liderleri ve partileri kurtarıcı olarak görmeye eğilimli hale geliyor. Özgürlüklerini kısıtlayacağını bilse de otoriter liderlere bu yönelişe Fromm “özgürlükten kaçış” diyor.

Aşırı-Sağ ve ABD’de Trumpizm’in Doğuşu?

Doğu’da veya Batı’da kitleler yaygın bir karamsarlık, eşitsizlik, gelecek endişesi ve hayatın anlamsızlığı problemiyle uğraşmak zorunda kalıyor. Bu durum uzun vadede medeniyet değişimini gerektiriyor. Kısa vadede ise sorunları çözemeyen “elitlerin dolaşımını” kırmayı, yeni popülist liderlere bel bağlamayı veya marjinal örgütlerin yükselişini netice verecek. Trumpizm, milenyum sonrası Avrupa’da güçlenen aşırı-sağ eğilimlerin Amerikan versiyonudur. Yabancı düşmanlığı, ırkçılık, dinle soslanmış milliyetçilik, kitleleri manipüle eden kısa ve özlü sloganlar yeni sağın eski sağdan aldığı mirasın bakiyesi. Sonuç ise; Dünya’da aşırı-sağ yükseliyor, otoriterleşme eğilimleri artıyor ve karamsarlık yaygınlaşıyor.

ABD’de sistem Obama hamlesi ile dolaşımı kırma girişimini kendi kontrollerinde denemeyi tercih etti. Ancak “her zaman en iyiyi ve en kötüyü yapma potansiyeli taşıyan” Amerikan halkı kendi denemesini yapmayı tercih etti ve Trump’ı başkan seçti. Özellikle müesses nizama karşı alaycı tavırlarıyla kendi tarzını geliştirdi. Başkanlığı sürecinde çok belirgin bir ekonomik, politik, sosyal değişim yaşanmasa da fanatik taraftarları silahlarını kuşanarak meclis binasını basacak kadar ona inanmaya devam etti. Trump Beyaz Saray’dan ayrılırken “bu daha başlangıç” diyerek yeni bir partileşme süreciyle geri döneceğini ilan etmiş oldu. Aslında birçok kişi Trump bunu söylemese de göçmen ülkesi ABD’de bunun daha başlangıç olduğunu bilecek kadar ferasetli. Özellikle “Black Lives Matter” sloganıyla kitleselleşen Afro-Amerikalıların protestoları beyaz Amerikalıları da tahrik etmektedir. Bunlar için Trumpizm “Yeniden, Güçlü Amerika”ya giden yoldur.

Küreselleşme göçmen dalgalarının Dünya’da gelişi güzel yayılmasına olanak sunmaktadır. Geçmişte daha çok ekonomik-politik elitlere avantaj sağlayan küreselleşmenin unsurları şimdilerde fırsat eşitliğine dönüşmeye başladı. Ayrıca uzaktan çalışma kültürünün ve teknolojilerinin yaygınlaşmasıyla da yeni bir eşitlik fırsatı doğmuş oldu. Amerikalı bir öğrenci, emekli ya da ek iş yapmak isteyen bireyler için geliştirilen part-time işler şimdilerde göçmenlerce, daha uygun şartlarda dolduruluyor.

aşırı-sağ neden yükseliyor

Hindistan, Çin, Malezya, Türkiye, Filipinler, Güney Kore gibi gelişmekte olan ülkelerin gençleri oturdukları yerden, daha düşük ücretlerle Amerikalı ve Avrupalı meslektaşlarıyla rekabet etmeye başladı. Ulusaşırı şirketlerin üretim tesisleri yıllar önce yüksek işçi maliyetleri, vergiler ve sıkı çevreci politikalar sebebiyle gelişmekte olan ülkelere kaçarken bunun açığını ekipman desteği ve teknolojiyle dolduran kapitalist ülkeler şimdilerde büyüyen işsizliğe çare aramaktadır. Trump’ın söylemlerinden birinin de bu büyük şirketleri tekrar Amerika’ya getirmek olduğu unutulmamalıdır. Aynı şekilde göçmenleri kovmayı vaat eden Trump iş bulamayan, işinden memnun olmayan, kimliğini tehlikede hisseden Amerikalılar için cazip önerilerdi.

Nasıl Bir Yol?

Morin bütün uygarlığın ortak tehliker karşısında ortak bir yol bulması gerektiği kanaatinde. Artık Dünya’nın en ücra köşesindeki ekonomik, politik, sosyal, sağlık… sorunları herkesi etkiliyor. Dahası, küresel ısınma, nükleer, biyolojik terör, etnik ve dini terör gibi sorunlar ülkelerin tek başlarına çözebileceği sorunlar olmaktan çıkıyor.

Gezegenimiz uzlaşmaz parçalanma ve bütünleşme süreçlerine mâruz kalıyor. Gerçekten de tüm insan türü bir “kader ortaklığı”nda birleşiyor, çünkü aynı ekolojik ya da ekonomik tehlikeleri, dinî fanatizmin ya da nükleer silahların yol açtığı aynı tehlikeleri paylaşıyor. Bu gerçeklik ortak bir bilince varılmasına yol açmalı, dolayısıyla da kaynaştırmalı, dayanışma yaratmalı ve melezleştirmeli. Oysa tam tersi hüküm sürüyor.

Edgar Morin

İnsanlık tarihi iki barbarlık türünü sıklıkla birlikte yaşar. Biri fiziksel şiddetiyle öne çıkar. IŞİD, Nazizm’in Gaz Odaları, Stalin’in Kültür Devrimi, Kızıl Kmerlerin Ölüm Tarlaları bunlara örnek verilebilir. Diğer barbarlık ise yüksek kar, kazanç ve gelir eşitsizliği şeklinde karşımıza çıkar. Rekabet öylesine bir hırsla yapılır ki insanı insan olmaktan çıkarır ve bütün değerleri ayaklar altına alır. Morin’e göre bu iki barbarlık çoğu zaman birbirini tetikler, bazen çatışırlar. Günümüzde iki barbarlık türü de birlikte ve çatışma halindedir. Buradan çıkış kapitalist ekonomik ve kültür düzenini yeniden kurmaktan geçmektedir. Bunun için de çok kültürlü bir çözüm aranmalıdır.

Değerlendirme

Dünya’da aşırı-sağ yükseliyor, otoriterleşme eğilimleri artıyor. Buna bir çözüm üretmek gerektiği ortadadır. Küreselleşen bu milliyetçi, ırkçı, göçmen düşmanı zihniyet üzerinde yeşerdiği kapitalist sistemin çözmekte zorlandığı bir sorun. Sorunu üreten her ne kadar kapitalizm ve Batı düşüncesi olsa da çözümü aynı ölçüde başarılı şekilde bulabilecekleri şüpheli görülmektedir.

Her toplumun yeni düzen için kendi özel çözümünü sunması kaçınılmazdır. Eğer Morin’in dediği gibi Dünya toplumları bunu ciddiye almakta zorlanmaya devam ederlerse felaketi birlikte yaşayacaklardır. Otoriterleşme tarihte bu gibi ağır sorunların üstünü kapatmakta başarılı gibi görünse de uzun vadede daha da derinleştirmekten başka bir işe yaramamıştır. Dolayısıyla ortak akla ve çokkültürlü çözüm önerilerine kulak kabartmak gerekiyor.

* Not: Bu makale ilk olarak 2016’da MilliyetBlog‘da yayınlanmıştı. Burada hem o yazı yeniden değerlendiriliyor hem de olgunlaşan Trumpizm’e odaklanılıyor.


Bir cevap yazın