İslami gruplar

Post-modern Dini Gruplar: Cemaat ve Tarikatlar Meselesi

Global, Güncel

Dini gruplaşma olgusu hemen her daim gündemdeki yerini koruyor. Bir din sosyoloğu olarak Türkiye ve ABD’de dini gruplar üzerinde araştırmalar yaptığım için ilgili tartışmalar özellikle dikkatimi çekiyor. Hem teorik hem de pratik çalışmalardan edindiğim izlenimler üzerinden kısa soru-cevaplarla analizimi sunmak isterim. Modernleşme ile değişen dini grupların yeni düzene ayak uydurma başarısı bunu yeni kavramlarla açıklamamı gerektirdi. “Post-modern dini gruplar” buradan doğdu.

Tarikatlar ve cemaatler listesi. Postmodern Tarikatlar. Türkiye’de dini gruplar. Türkiye’de cemaat ve tarikatlar

Post-modern kabileler” kavramını Z. Bauman’dan ödünç aldım ve bunu İslami dini gruplar için kullanmayı denedim. Postmodern toplum üzerine çalışan uzmanlara göre modern toplumdaki dini-seküler gruplar geleneksel toplumdaki aile, akrabalık ve aşiret gibi kuvvetli ilişki ağlarının yerini almaktadır. Baumann bunları eski zamanların kabilelerine benzetir. Günümüzde İslami grupların oluşturduğu ilişki ağları da geçmişin kabilelerini hatırlattığı için post-modern dini gruplar kavramı üretildi.

Post-modern dini gruplar. Tarikatlar ve cemaatler İslam’da var mı?

İçindekiler

Cemaat ve tarikat nedir?

Teknik olarak bir şeyh silsilesine dayanan, halife-vekil sisteminde belirli zikir programlarına sahip yapılara tarikat denir. Bunlara katılım belirli kurallara bağlıdır. Bir şeyhi olmayıp dini lideri olan, şeyhlik geleneğine bağlı kalmayan ve daha çok sohbet halkaları olan modern yapılara da cemaat deniliyor. Cemaatlere katılım daha serbesttir. Çoğunlukla da kökende bir tarikat geleneğinden dönüşerek oluşan dini yapılardır.

İslam Dünyası’nda tarikatlar bilindiği üzere 850-900’lerden sonra kurulmaya başlandı. Ancak bir asır sonra Abbasilerin zayıflaması, Şii devletlerin baskıları, Haçlı Seferleri ve Moğol Saldırıları gibi sebeplerle 1000-1250 tarihleri arasında çok belirgin bir sosyo-politik ve ekonomik roller oynamışlardır. Cemaatler ise ilk önce sömürgecilik sonrası Hint coğrafyasında ve Mısır’da görüldü. Siyasal İslamcı cemaatler zamanla her fikirde başka toplulukların öncüsü oldular. Türkiye’de cemaatler ancak 1945’lerden sonra ortaya çıkmaya başladı ve 1960’lardan sonra belirginleşmişlerdir.

Türkiye’de kaç cemaat/tarikat var?

Türkiye’de irili ufaklı 150’nin üzerinde tarikat ve cemaat var. 50-100 müridi olan grupları ve cinci-muskacı kimseleri buraya koymuyoruz (Doğu-Güneydoğu’da atadan miras alınan tarikatları saymak da mümkün değil). Dini cemaatlerin çoğu küçük gruplardır. Yani kitlesel destekleri yoktur ve bölgeseldirler.

Kitlesel desteği olan ve yakın zamana kadar en güçlü gruplar Gülen, Süleymancılar (bir kaç gruba bölündüler) ve Menzil Nakşileriydi. Tillo-Norşin-Hazne Nakşileri, Mahmut Efendi cemaati (Cübbeli Ahmet Hoca da buraya bağlıdır. Onlar da fiiliyatta üçe ayrılmış durumdalar), Esat Coşan hoca grubu, Farklı Kadiri grupları (Türkiye’de Kadirilik Nakşiliğe göre zayıftır), Risale-i Nur grupları (Kırkıncı-Meşveret grubu, Yeni Asya grubu, Yazıcılar, Kurdoğlu, Zehra, Med-Zehra, S. Özdemir…), Cerrahiler, Milli Görüş, İlim-Yayma, Ensar, Özgür-Der, Ayder, Hakikat, Mevlevi gruplar, Işıkçılar, Rufailer, Uşşakiler, Hizbullah, Hizbuttahrir, Alparslan Kuytul, Adnan Oktar, Haydar Baş, İskender Evrenesoğlu… vb. bunlar genelde bilinen tarikat ve cemaatlerdir. Elbette değişik Selefi ve modernist gruplar da var ama kurumsal olarak çok bilinmezler. Türkiye ve Dünya’daki İslami gruplaşmaları tasnif ettiğimiz bir başka analizde daha kapsamlı bir liste görülebilir.

Yasal dilde sadece İslami grupları değil her inanç topluluğunu “cemaat” kavramıyla tanımladığımız da unutulmamalıdır. Bu noktada da Türkiye’de farklı Alevi anlayışlar, Şii gruplar ve gayri Müslim dini cemaatlerin de varlığı bilinir. Sosyolojik açıdan hemen bütün dini grupların benzer bir zeminde hareket ettikleri görülür (1).

Türkiye’de dini cemaatlerle ilgili bir yasa var mı?

Benzer laik sistemlere sahip Endonezya, Malezya gibi ülkelerde dini gruplaşma en baştan kabul edilirken Mısır, Tunus ve Türkiye’de bu yapılar yasaklanmıştır. 1925 tarihli Tekke ve Zaviyeler Kanunu bunu açıkça belirtir.

Dini gruplar hâlihazırda kanunda yasak, ancak uygulamada serbest yapılardır. Devletin ve hükümetlerin bunlara bakışı konjonktürel olarak değişiyor. Süregelen net bir tavır yok. Özellikle 1960 İhtilaliyle beraber oluşan kısmi demokratik ortam ve Demirel’in intikam almak isteyen radikal sağ seçmeni sakinleştirme stratejisi dini gruplara nefes aldırdı. Darbeci askerlerin buna değişik sebeplerle onay vermek zorunda kalması da önemlidir. Belki de en önemlisi yükselen sol karşısında cemaat-tarikatlara duyulan ihtiyaç bu grupların modern Türkiye’de görünürlüğünü artırdı. Bu gruplar da “devletin arkasından dolanarak” faaliyet yürütmeyi öğrenmiş durumdalar. Kısmen Özal döneminde devlet içerisinde kendilerine alan açsalar da AKP iktidarları döneminde arkadan dolanmak yerine direkt yönetme imkanları buldular.

Dini gruplar yasal olmamasına rağmen nasıl faaliyet yürütüyor?

II. Dünya Savaşı akabinde ortaya çıkan sosyalizm korkusu ABD ve Avrupa’da karşı hamleleri zorunlu kıldı. Bu noktada Türkiye ve Yunanistan gibi sınır ülkelere Truman Doktrini dahilinde yardım yapılması kararlaştırıldı. Yardımın planında demokrasiye geçiş şartı vardı. Bu da CHP’yi 1946’dan sonra dini konularda daha yumuşak tavır almaya zorladı. Bu süreçte dini konularda birçok uygulama serbest bırakıldı ve Şemsettin Günaltay ilk ilahiyatçı başbakan oldu (1949).

Bazı yorumcular DP olmasaydı da sistemin anti-komünizm stratejisi gereği dini hayata daha fazla alan açacağını iddia ettiler (2). Ancak nihayetinde iktidar değişti ve Menderes ile beraber şeyh ve seydalar siyasete ve sosyal hayata girmeye başladı. Bu ilk yıllarda DP dini grupların örgütlü hareket etmelerine müsaade etme taraftarı değildi. Ancak de-facto olarak dini gruplar bir oluşum sürecine girdiler.

Post-modern dini gruplar. İslam dünyasında dini gruplar

Yasal engellere karşın özellikle 1960’larda Dünya Sisteminde kendilerine duyulan ihtiyaç ve sağ partilerin (özellikle Demirel) seçim stratejileri sebebiyle tarikat ve cemaatler sosyo-ekonomik hayatın içine daha çok girmeye başladılar. Bunlar her daim resmiyette başka fiiliyatta başka isimler kullanarak dernek, vakıf, lokal, dergi, gazete, yurt vb. faaliyetlerini yürüttüler. Belirttiğimiz gibi, siyasetle ilişkileri ve uluslararası konjonktür bu grupların tabanlarını oluşturmalarına imkan sağladı. Türk siyasal hayatında değişmeyen kurallardan biri olan, “bazı şeyler yasak ama serbest, bazı şeyler de serbest ama yasaktır!” ilkesince bu gruplar “yasak ama serbest” olan statülerini sürdürüyor. Temel belirleyici olan bu grupların her zaman “devletin yanında olma” bağlılığını göstermeleridir.

Devlet cemaat/tarikatları bitirmek istiyor mu?

Devletin kurucu aklı ve Kemalistlerin en büyük hayallerinden biri cemaat ve tarikatların yeniden yasaklanmasıdır (yani var olan yasağın şiddetle uygulanmasıdır). Bu anlayışa göre toplumun aydınlanması için dini grupların ortadan kaldırılması gerekir. Bazı Selefi, siyasal İslamcı ve modernist dindarlar da bu yasağı istiyor. Çünkü onların anlayışına göre tarikat ve cemaat türü yapılar şirktir ve dinen sapıklıktır. Bunlar ümmetin birliğini bozmaktadır.

Ancak burada şunu tekrar belirtmek gerekir ki, devlet farklı dini grupları zaman zaman kendi stratejisi doğrultusunda kullanır. Orta Asya, Balkanlar, Kafkasya, Avrupa ve içeride de Alevi, Kürt yoğunluklu yerlerde bu gruplar devletin stratejik ortaklığını yapabilmektedir. İstanbul Fatih’teki Çarşamba semtinde bulunan tarihi Ortodoks kilise merkezine karşılık 60’lardan sonra burasının tarikat ve cemaatlerin merkez üstüne dönüştürülmesi iyi bilinen bir örnektir. Bu sebeple devlet cemaat ve tarikatları gerçekten bitirmek istiyor mu? sorusuna çoklu cevaplar verilebilir.

Gelinen noktada bu grupların elde ettikleri küresel ağ ve güç onları tek bir devletin kontrolünden çıkarmaktadır. İhvan, Cemaati İslami, Diyobendiye, Gülen, İslami Davet gibi organizasyonlar devletler arası krizlere neden olacak kadar etkin konumlara gelmiştir. “Post-modern dini gruplar” kavramı bir anlamda bu durumu açıklar.

Devlet cemaat-tarikat ilişkileri

Dini grupların devletler için ifade ettiği anlam çoğu İslam ülkesinde aynıdır. İran, Irak, Pakistan, Türkiye, Mısır, Ürdün, Endonezya, Malezya, Sudan… hemen her ülke hakim ulusal kimliğin dışladığı belirli mezhep veya büyük gayri Müslim gruplara sahiptir. Bu noktada alt kimlikleri eritmek (bazen yok etmek!) için dini gruplar üzerinden yürütülen silahlı, eğitsel, kültürel, misyoner faaliyetler uluslararası baskıları savuşturmak için iyi bir bahane sunmaktadır.

NATO’nun Yeşil Kuşak Projesi SSCB, Çin, Kamboçya ve Kuzey Kore’yi Türkiye, İran, Pakistan, Afganistan, Endonezya, Malezya gibi nüfusu çoğunlukla Müslüman olan ülkelerle fiziksel anlamda kuşatmayı hedefliyordu. Türkiye 1960’lardan sonra, “komünizmle sınır ülke” statüsü sebebiyle dini grupların güçlenmesine göz yumdu. Atatürk, Fırat ve Dicle Üniversitelerinin bu bağlamda kurulduğu söylenmektedir. Diğer taraftan aynı yıllarda ülkede artan Kürt milliyetçiliğinin bastırılmasında da dini gruplara önemli bir rol biçildiği anlaşılmaktadır. Bu yılların en önemli örgütsel yapılarından biri olan yarı-resmi! Komünizmle Mücadele Derneği altında faaliyet yürüten kişilerin zamanla farklı dini grupların lider kadrolarını oluşturdukları akılda tutulmalıdır.

Cemaat-tarikatlar neden bitirilemedi?

Şerif Mardin bunu Cumhuriyetin elitist-tepeden inmeci politikalarının halk hocalarına karşı başarısızlığı olarak görüyor. Yani devlet 1924’te dini kurumları yasakladı ama bunların yerine okul, hastane imam-hatip yapamadı. Halk dinini bunlardan öğreneceğini, hastalarını bu hocalarda-şeyhlerde iyileştireceğini vb. düşünüyordu (3). Eski adet-gelenekler devam etti. Siyasetçiler de bu dini yapıları kolay oy deposu gördüler.

Tekke ve zaviyelerin yasaklanması sonrası ücra yerlere kayan tarikatlar ancak 1970’lerden sonra halkla beraber şehirlere göç etmeye başladı. Bunların bazısı geleneğe uygun şekilde şeyhliği babadan-deden miras aldığından hem benzinci, inşaatçı, milletvekili hem de şeyh oldu. Modern cemaatler ise köylü halkı şehre alıştırdı, onların çocuklarını okuttu ve buradan güç kazandı. İki kesim arasında symbiosis bir ilişki kuruldu.

Özetle, dini gruplar üzerine yapılan sosyolojik incelemelerden yola çıkarak cemaat ve tarikatların Cumhuriyet’in ilk yıllarındaki katı laik politikalara rağmen varlıklarını sürdürmeleri iki ana eksende açıklanabilir;

1- Psiko-sosyal ve politik sebepler; a- Devletin komünizm korkusu, b- Sağ-muhafazakâr partilerin oy kaygısı, c- Seyda/molla ve şeyhlerin Doğu’da ve Karadeniz’de uzun yıllar devletin ulaşması zor olan uzak dağ köylerinde faaliyet yürütmeleri, d-Modern bireyin yalnızlaşması ve ontolojik anlam arayışı, e- Dini grupların “post-modern kabilelere” dönüşüp üyelerine kuvvetli sosyal, ekonomik ve beşeri sermaye sunması. 

2-Dini sebepler; a- Halka göre devletin laik-resmi din anlayışına karşı bu geleneksel yapıların hep “gerçek” dini (bu tartışmalı bir konu ama tarikat-cemaat taraftarlarınca böyle görülür) temsil etmiş olmaları, b- Bir dini gruba bağlanarak dini “daha derin, yoğun ve vecd eksenli” yaşama arzusu, c- Dini grupların oluşturduğu dini sosyalleşme ortamının haramlardan korunmayı ve dini yaşamı kolaylaştırdığı düşüncesi (4).

Dini Gruplar “köhneleşmiş” bir geleneği mi temsil eder?

Birçok kişi dini gruplaşma olgusunun tarihsel olduğunu ve modern bireyin bunlardan uzak durması gerektiğini varsayar. Oysa 1970’lerden sonra ABD ve gelişmiş ülkelerde çığ gibi büyüyen Yeni Dini Hareketler (YDH) din sosyolojisinin bir dönem en popüler konularından birisiydi. Bu 40 yılda 400’den fazla YDH ortaya çıktı. Bunların özelliği tarihsel dinlerden ayrı bir din üretmeleri, üyelerinin oldukça eğitimli ve üst-orta gelir kuşağında olmalarıdır (6). Dolayısıyla şunu söyleyebiliriz; dini gruplara üyelik sadece cahillik, yobazlık, maddi çıkar ve din adamlarının düzenbazlığıyla açıklanamayacak girift bir konudur.

Günümüz İslam toplumlarındaki dini gruplaşma elbette tam olarak YDH bağlamında incelenemez. Ancak sosyolojik benzerlikler de küçümsenemez. Bizim toplumlarımızdaki yapıların kaynağını moderniteden çok geleneklerinden aldığı bir gerçektir. Aynı şekilde eğitimsiz şeyh-mürit kitlesi yanında entelektüel bir birikime sahip olmadıkları gözlenen dini liderler büyük oranda toplumun sosyo-kültürel sermaye açısından zayıf kesimlerini hedeflemektedirler. Modern eğitim, sağlık, yardım kuruluşları kurmaları grup üyelerinin zihnen özgürleştikleri ve üretkenleştikleri anlamına gelmemektedir. Aynı şekilde bu grupların çok sayıda doktor, mühendis, öğretmen, öğretim üyesini yetiştirmeleri veya gruplarına katmaları da zihnen değiştikleri anlamlarına gelmiyor. Lidere, gruba kuvvetli bir itaat ve bağlılık ortak özelliktir. Bireysel gelişmişlik ve bireysel ahlaki, dini, sosyal beceriler önemsenmiyor.

En büyük sorunlardan biri dini grupların üyelerinde bireysel gelişimi ve özgürleşmeyi kısırlaştırmalarıdır. Türkiye’de dini grupların çok büyük bir kısmının hala bağlılarına kendi öz kaynakları dışında kitap, dergi, site okumalarını kısıtlama gayretinin varlığı köhnemişliğin bir göstergesidir. Özetle, bunlar şeklen her geçen gün modernleşmekte ancak gerçekte baskıcı ve geleneksel zihniyetlerde yapılardır.

Dini gruplara yönelik yapılan eleştiriler

Kendi yaptığım çalışmalarda da sıklıkla dini grupların belirli konularda eleştirildiklerini gördüm. Başka çalışmalardan da edindiğim kanaate göre dini gruplar; 1- Sadece kendilerini hak-doğru görmekte ve hakikati kendi tekellerine almaya çalışmaktadır. Bu sebeple H. C. Tatar bunları “Nuh’un Gemisindekiler” şeklinde tanımlar (4). Daha radikal gruplar ise kendileri dışındaki Müslümanları bile kafir ilan edebiliyor.

2- Grupların üyeleri bir süre sonra grup içine kapanmakta ve çevreleriyle ilişkilerini azaltmaktadır. Yani “paralel toplum” oluşturulmaktadır. Bireyler genelde bir dini gruba bağlandıkça aile ve diğer sosyal çevresinden kopmaktadır. 3- Kendilerini rakip gruplardan ayrıştırmak için belirli kıyafet, şekil ve ritüelleri sembolleştirirler. Bu durum dindarlar arasında ayrışmaya, seküler kimselerde de kafa karışıklığına neden olmaktadırlar. “Her kafadan bir din-fetva çıkıyor” eleştirisine kaynaklık ediliyor. 4- İnsanların ekonomik, politik açıdan, din adı altında sömürüldüğü iddia ediliyor. Kamuoyuna yansıyan bazı resmi tutanaklar da bu grupların aldıkları ve verdiklerinin belirsiz olması sebebiyle içeride yolsuzlukların olduğunu göstermektedir. Her şey kayıt dışı olduğu için yolsuzlukları takip edecek bir mekanizma da yoktur.

5- Halk dindarlığı ya da popüler dindarlık olarak bilinen bazı hurafelerin devam ettirilmesi. 6- Şeyhe ve liderlere (hatta onların aile fertleri ve eşyalarına) kutsallık atfetme. 7- Bu grupların gizli yapılanması veya bazı dönemlerde devlet denetiminden muaf tutulması sebebiyle kurum içerisinde yaşanan cinsel taciz ve tecavüzlerin yaşanması. Elbette politik güce sahip olanlar bu tür olayların üzerini kolayca kapatıp, sorumluların ceza almasına engel oluyorlar.

8- Dini gruplar geçmişte de günümüzde de aynı zamanda ekonomik birer şirkettir! Hem sosyal kitleyi hem de büyük-küçük ekonomik çarkı çevirmek çeşitli iç hesaplaşmalara neden olmaktadır. Her grupta ardı arkası kesilmeyen bu kavgalar son olarak Dünya’nın en büyük İslami grubu olarak bilinen İslami Tebliğ’de kanlı hesaplaşmalara neden oldu. Türkiye’de de hemen her grup liderleri öldüğünde bu kavgaları yaşamaktadır. Hatta Mahmutçu olarak bilinen meşhur Nakşi grubun lideri hayattayken yaşanan “post” kavgasında Cübbeli Ahmet dahil grubun liderlik kavgası devam ediyor. Grupların gerek dini gerekse ekonomik ve sosyo-kültürel faaliyetlerinde yaşanan anlaşmazlıklar grupların içinde ve dışarıda eleştiri konularından biridir.

Son olarak, bu grupların bireysel gelişmeye kapalı olmaları İslam dünyasına entelektüel katkılarını sınırlamaktadır. Genelde iyi edebiyatçı, şair, doktor veya mühendisler yetiştirebilen bu gruplar aynı ölçüde başarılı gazeteci, sosyal bilimci ve akademisyen yetiştirememektedir. Bunun sebeplerinden biri farklı alanlarda okumaya hala sıcak bakmamalarıdır. Dahası çoğu grup için bu alanlar halen bir değer ifade etmemektedir. Dini grupların lider kadrolarının ve yakın çevrelerinin sosyal bilimlerin verilerini önemsememesi çok acı sonuçlar doğursa da bu entelektüel alana kapalı olduklarından aynı hataları tekrar etmekten sıkılmıyorlar.

Değerlendirme

Fromm harika bir ifadeyle modern bireyin kabile, aile, din-din adamı, şeyh, feodal bey ya da ağa gibi asal bağlarından koparken korkuya kapıldığını belirtir. Özgür olmaktan korkan köleler gibi çağdaşlarımızın da bir kısmı asal bağlarından kopunca korkuya kapıldı ve “özgürlükten kaçış” yolunu seçti. Yeni bir baskıcı ideolojik, dini parti, grup ya da patronla eski bağlarını sürdürmek istedi. Çünkü yalnız kalma korkusu ve korunma içgüdüsü onu rahatsız etmiştir (5).

Baumann, Sennett ve başka sosyologlar da Fromm’un teorisini geliştirerek modern insanın özgürlükten kaçarak oluşturdukları yeni dini ve seküler yapılara post-modern kabileler ismini vermişlerdir. Çünkü bunlar eski kabileler gibi bireyi kuşatmakta, ona güvenlik, sosyo-ekonomik ve politik sermaye imkanları sunmaktadır (7). Eski kabileler gibi modern yapılar da bireylerin özgürleşmesini istememekte, oluşturdukları irili-ufaklı organizasyonlarla üyelerinin ibadetlerinden zekatlarına, evliliklerinden çocuklarının eğitimlerine kadar hemen her şeyi koordine etmeye çalışmaktadırlar.

Dini gruplar hala özgürlük meselesini çözebilmiş görülmemektedir. Genel yaklaşım özgürlük nosyonunu negatif manalara hapsetmektedir. Bunu da tanrı tanımazlık, ahlak kabul etmemezlik, cinsel sapkınlık gibi algılamaktadırlar. Dolayısıyla bireyin özgürleşmesi bu gruplar için dinden uzaklaşması hatta zamanla dinden çıkması anlamına gelebilmektedir. Bilinç altında kurtuluşun bir şeyhe ve iman topluluğuna bağlanmakla eş anlamlı olduğu kabulü vardır.

Dini gruplar bireysel kurtuluşu hedefleyen dinin zayıf karakterli bireyler topluluğuna dönüşmesine yol açıyor. Maalesef İslam toplumları 10 asırdır güçlü bireyler yetiştirmeyi bırakıp güçlü tarikatlar-cemaatler ve devletler yaratmaya kalktılar. Geçmişin tarihsel ve toplumsal koşullarında bu bazen gereklilikti ve kısmen güzel neticeler verdiği zamanlar da oldu. Günümüzde ise toplumsal yapı ancak güçlü ahlaki, psişik karakterli bireyleri koruyabilmektedir. Zayıf karakterli ve ancak kardeş-ihvan halkasında kendisini koruyabilecek donanımda yetişen dini grup üyeleri maalesef bu halkaların kontrolünden çıktıklarında kısa sürede dini ve ahlaki açıdan hızla değişmektedir. Bu noktada değişimin ne yönde olduğu şahsımı ilgilendirmese de grup içinde ve dışındaki değişimin bireysel gelişmişlikle ilgili olmasına odaklanmak isterim. İlginç olan hemen her grubun kendilerinden ayrılan kimselerin Allah’ın gazabını kendilerine çektiklerinden saptıklarını, dinden uzaklaştıklarını vb. iddia ederken niçin yalnız başına ayakta durabilen bireyler yetiştiremedik? diye dertlenmemeleridir. Kanaatimizce bunda ciddi bir entelektüel problem vardır.

Post-modern dini gruplar hızla büyüyüp etkin hale gelirken bu grupların entelektüel açıdan gelişmeye kapalı olmaları, bireysel gelişmişliği ve özgülük konusunu kavrayamamaları geleceğimiz adına ürkütücüdür. Şeklen değişiyor ve modernleşiyor görünmekle beraber gerçekte durum iç açıcı değildir. Maalesef bu grupların modern toplumda sadece fonksiyonel açıdan değil kelimenin gerçek anlamıyla da birer kabileye dönüşmeleri olasıdır.

Kaynaklar

1– Modern toplumlarda dini gruplar üzerine yapılmış harika bir karşılaştırmalı araştırma. Mısır’dan İhvan, İsrail’den bir Yahudi, İtalya’dan bir Katolik ve ABD’den de bir Protestan grup bu eserde incelenmiştir. Nancy J. Davis, Robert V. Robinson, Dinsel Hareketler ve Sosyal Refah: Mısır, İsrail, İtalya ve ABD- Tanrı İçin Toplum Talebi, İletişim, 2015.

2– Bazı kaynaklar için bkz. Erik Jan Zürcher, Modernleşen Türkiye’nin Tarihi; Yüksel Taşkın, Milliyetçi-Muhafazakar Entelijansiya.

3– Şerif Mardin, Din ve İdeoloji, İletişim, 2015.

4– Hüsniye Canbay Tatar, Nuh’un Gemisindekiler: Şehirleşme ve Dini Cemaatleşme, Turan, 1999; Adem Efe, Dini Gruplar Sosyolojisi, Dönem, 2013.

5– Erich Fromm, Özgürlükten Kaçış, Say Yay. 2016, İst.

6– Ali Köse, Milenyum Tarikatları/Batı’da Yeni Dini Akımlar, Truva, 2006.

7– Mehmet Yanmış, Yakın Dönemde Kürtler, Din, Kimlik, Gelenek, Grifon, Ank. 2016.


Bir cevap yazın