
Glokalleşme
Küreselleşme veya globalleşme yeni bir kavram olan “glokalleşme”nin aksine insanlık tarihi kadar eski bir olgudur. Ancak teknik anlamda buharlı makinelerin icadı, kıtalararası ulaşımın hızlanması ve küresel ölçekte her türlü etkileşimin zirveye ulaşması son 100 yılda olmuştur. Glokalleşme Nedir? sorusuna kısaca; Dünya’da küreselleşme etkisiyle ABD ve Kuzey-Batı Avrupa merkezli kültür ve değerlerin en ücra köşelere kadar ulaştığı, buna karşın yerel kültürlerin de yeniden kendilerini göstermeye başladığını ileri süren teoridir denilebilir.
Kültür teorisyenleri genelde üç ana eğilim üzerinde durur: Öncelikle, küreselleşmenin artarak devam edeceği ve yerel farklılıkları yok edeceğini iddia edenlerin oluşturduğu grubu görürüz. İkinci olarak, yerelliğin güçleneceğini ve küreselleşmenin lokalizasyona boyun eğmek zorunda kalacağını iddia edenler vardır. Bunların bir kısmı Batı’da artan aşırı-sağ kanadın bu yerelleşmeye katkı sağlayacağını düşünür. Son olarak, küreselleşme ve yerelleşmenin aynı anda bulunabileceğini iddia eden “glokalleşme” teorilerini görebiliriz.
Robertson tek taraflı küreselleşme teorilerine alternatif olarak “glocalization” küyerelleşme ya da glokalleşme teorisini ileri sürmüştür. Ona göre küreselleşme bütün ekonomik ve kültürel öğeleriyle yerel alana doğru etkisini artırırken lokal değer ve kültürler de modernleşme ve küreselleşmenin teknik fırsatlarından istifade ederek kendi değer ve kültürünü geliştirme, dünyaya yayma imkanı elde etmektedir. Dünya’nın küçük bir köye dönüşmesini sadece küreselleşme lehine okumak hatalı olacaktır. Robertson’a göre yeni şartlar yerel-ulusal kimlik ve kültürlere yeniden seslerini duyurma şansı sunmaktadır [1]. Yerel ve küresel olan olan birlikte yaşayabilir.
Glokalleşme teorisi aradan geçen zamanda insan ve toplum bilimlerinde henüz tam bir karşılık bulabilmişe benzemiyor. Ancak Giddens gibi üst düzey sosyologlar bunu kullanmaktan geri durmamıştır. Giddens’a göre küreselleşme bütün dünyada toplumsal ilişkilerin gelişimini tanımlar. Ancak bu aynı zamanda yerelliğin de dönüşmesi anlamına gelir. Tek belirleyici olan küreselleşme değil yerel olan da giderek etkisini artırıyor. Bir çoğuna göre bu lokalleşme veya karşı-modernleşmedir. Giddens ise globalleşen dünyanın aynı zamanda lokalleştiğini ve “glokalleşmenin” gerçekleştiğini düşünmektedir [2]. U. Beck de teorik açıdan benzer bir fikirdedir. Modernleşme tarihi aynı zamanda doğal olarak karşı-modernleşme veya lokalleşme tarihidir. İkisi arasında hem bir diyalog hem de çatışma vardır. Fakat bu Robertson’un belirttiği gibi birbirlerini yok etmelerini gerektirmez [3].
Glokalleşme teorisine göre hem yerel ve ulusal hem de küresel kültür ve değerlerden bahsedebiliriz. Bunlar genel kanaatin aksine bazen birbirini yok eder bazen de gelişimini teşvik eder. Bu açıdan glokalleşme teorisi kültürler arası eşit bi diyaloğun olduğunu varsayar. Wallerstein’in “Modern Dünya Sistemi” kısmen bu karşılıklılık ilkesini karşılasa da merkez-çevre dikotonomisine önem verir. Robertson ise bu ve benzeri okumaları küreselleşme lehine yapılmış kabul ederek daha eşitlikçi bir model sunmuştur.
Z. Baumann glokalleşme teorisini önemseyen sosyologlardan biridir. Küreselleşme bir çok açıdan yerel olanı etkisizleştirmesine karşın bireyin korku, endişe ve umutlarına hitap edememektedir. Bu anlamda tek başına kalan/kalmaktan korkan modern birey yerel dayanışma ve kimliğe sığınır. Diğer yandan Baumann’a göre küreselleşme sıklıkla yanlış anlaşılsa da herkese hareket fırsatı sunmaz. Bazılarının hareketi sınırsızken büyük kalabalıkların hareket etmesi istenmez. Bunlar yerelliğe mahkumdur. Lokal siyaset bu “kabileler” üzerinde fikir üretir. Elbette gerekli erişkinliğe ve güce ulaşamadığı anda küresel ekonomik ve güç merkezinin çekimine girebilir. Ancak güçlü yerel kabile-devlet ve uluslar yerelleşmenin gücünü yansıtabilirler [4].
Küreselleşme ve yerelleşme diyalektiği Frankfurt Okulu ve Post-Modern düşünürlerin önemli çalışma alanlarından biriydi. Şüphesiz 70’lerde daha çok yaygınlaşan bu tartışmalar küreselleşme karşıtlarınca zenginleştirildi. Robertson ise konuya iki kültürün diyaloğu açısından yaklaşmaya çalıştı. Ona göre “tikelin evrenselleşmesi” ve “evrenselin tikelleşmesi” glokalleşmenin esasıdır. Bu etkileşim illa gerilim doğurmaz. Modernleşen birey küresel kültür ve değerleri de eleştirerek yerel olana dönüş yapabilmektedir. Özellikle burada mekan belirleyici olur. Belirli bir mekana hapsolan bireylerin yerelliği sürdürmesi ve yeteneği ölçüsünde yayması olasıdır. Geçmişte küreselleşme savunucularının iddia ettiği homojen bir Aydınlanma kültürü yerine kısmen heterojen bir dünya kültürünün güçlendiğini ileri sürmektedir [5].
Özetle glokalleşme nedir? günümüzde siyasetten ekonomiye, sağlıktan kültür alanına çeşitli yansımalarını görmeye başladığımız glokalleşme ile ulus-aşırı şirket ve örgütlerin yerel farklılıklara ilgisinin giderek arttığını görmekteyiz. Özetle bu süreç yerel olana kendisini geliştirip tanıtma olanakları verirken diğer yandan da küresel öğelerin yerel unsurlara daha fazla saygı göstermesine neden olmaktadır. Popüler bir Fransız yemek şirketi tüm Dünya’da Fransız yemeklerini orijinal şekliyle satmaya kalkmıyor. En basit anlamda yemekte dini, kültürel ve coğrafi kuralları önemsemek zorundadır. Bu sebeple her ülkede inisiyatif alan yerel üretim birimleri, personel ve halkla ilişkiler ağlarını kurmak zorundadır.
Bazı Kaynaklar:
1– Robertson, Roland. “Glocalization: Time-Space and Homogeneity-Heterogeneity”, Global Modernity, London, Sage, 1995. (25-41);
————Küreselleşme: Toplum Kuramı ve Küresel Kültür, Çev. Ü. H. Yolsal, Bilim ve Sanat, 1999.
2– Giddens, Anthony. Modernliğin Sonuçları, Çev. E. Kuşdil, Ayrıntı, 1998.
3– Özyurt, Cevat, Küreselleşme Sürecinde Kimlik ve Farklılaşma, Açılım, 2005.
4– Baumann, Zygmunt. Küreselleşme, Toplumsal Sonuçları, Çev. A. Yılmaz, Ayrıntı, 1999.
5– Robertson, Roland. “Glocalization: Time-Space and Homogeneity-Heterogeneity”, Global Modernity, London, Sage, 1995. (25-41)
6- https://www.britannica.com/topic/glocalization