
Glokalleşen Dünya’da Dini Grupların Geleceği
Glokalleşen Dünya’da dini grupların geleceği merak konularından biridir. Dünya bir yandan küresel bir köye dönüşürken diğer yandan da hızla yerelleşmektedir. Bu iki sürecin birlikte işlemesine Rebertson’un önerisiyle “glokalleşme” denilmektedir. Yerel ve küresel olanın birlikteliği ve karşılıklı etkileşimi hayatın her alanında yeni kurumsal yapılar ve ilişki tarzları üretmektedir. Glokaleşmenin din sahasında da yeni dindarlık şekilleri ve dini gruplaşmalara alan açması bekleniyor.
Her dini topluluk karizmatik kurucu liderlerden sonra veya belirli büyüklüğe ulaştığında bölünmektedir. Yıllar önce tasavvuf bilim dalının en önde gelen uzmanlarından Prof. Dr. Mustafa Kara hocamıza, biraz şaşkınlıkla büyük bir dini grupta bölünmeler yaşandığını söylemiştim. Deneyimli hocamız umursamaz şekilde elindeki tespihi çekmeye devam edip, “Mehmet bu gruplar böyledir. Bunlar bölünerek varlıklarını devam ettirirler. Buna şaşmamak gerekir!” demişti. Hocayla yaptığımız konuşmayı ne zaman hatırlasam tebessüm ederim. Nihayet, dinler ve dini gruplar tarihine baktığımızda hiç bir dinin veya dini grubun yekpare olarak varlığını devam ettiremediğini görürüz. O konuşmadan sonra dini gruplara hep bu pencereden bakmaya çalıştım. Önümüzdeki süreçte de dini grupların klasik manada fiziksel büyümeleri yerine bölünmelerini gözlemleyeceğimizi düşünüyorum. Tek merkezden yönetilen gruplar yerine daha yumuşak ve güç paylaşımına açık organizasyonlar görebiliriz. Ortak ideallere ve metotlara sahip ancak yerelden yönetilen gruplardan bahsedilebilir.
Sonuçta seküler veya dini, grup sosyolojisinin ilkeleri de bunu bize söyler; İnsan fıtraten bir yandan ayrı düşünmeye, ayrı hareket etmeye, güç edinmeye, diğer yandan da itaat etmeye, düşünmemeye eğilimli bir varlıktır. Dini, ideolojisi, ırkı fark etmeksizin her grupta farklı düşünen, yorumlayan, yaşayan insanların olduğu biliniyorsa bunların zamanla ayrışarak yeni gruplar oluşturması da doğal görülmelidir. Önümüzdeki süreçte de geçen asırda kurulan veya yeniden organize olarak büyüyen dini grupların kontrollü ya da kontrolsüz bölünmelerine şahitlik edeceğimizi düşünmekteyim. Elbette süreci iyi okuyan gruplar dönüşümü kendi lehlerine çevirebilir. Bu da daha demokratik ve paylaşımcı olmaktan geçecektir. Konuyu bir bütün olarak ele almaya çalışalım.
Glokalleşme, glokalleşme nedir? küreyelleşme, küreyelleşme nedir?
İçindekiler
İslam Toplumlarında Dini Gruplaşmaya Kısa Bir Bakış
İslam toplumlarında ilk ayrışmalar henüz Hz. Peygamber’in vefatıyla başladı. Osman döneminde hızlanan bu ayrışmalar ilk yüzyılda ciddi iç hesaplaşmalara neden oldu. Çok kanlı olan bu siyasi, kabilevi ve ekonomik çatışmalar sonraki dönemlerin mezheplerine zemin hazırladı. Bu mezhepler zamanla akidevi farklılıklarını da kurdular. 1000’li yılların öncesinde de tarikat türü yapılar ortaya çıkmaya başladı. Bunlar Şii devletlerin güçlenmesi, Haçlı Saldırıları ve sonrasında Moğol İstilaları sebebiyle hızla güçlenerek bugünkü dini grupların temelini oluşturdular [1, 2]. Günümüzde de ayrışmalar devam etmektedir.
Dini gruplaşma sadece sivil bir süreç olarak görülemez. Devletler her daim bu, güç potansiyeli taşıyan grupları yakın takibe almıştır. Dini gruplar üzerinden politikalar geliştirilmiş dolayısıyla da bazen desteklenmiş bazen de şiddetle cezalandırılmışlardır. Osmanlı’nın Bektaşiliği Yeniçeri Ocağı’nın koruyucusu ilan etmesi ve sonra da topa tutarak bütün varlıklarını Halidi Nakşilere vermesi buna verilebilecek en güzel örneklerden biridir. Ayrıca 1960’lardan sonra hemen bütün İslam Coğrafyasında dini grupların çoğunun “güçlendirilerek” NATO’nun Yeşil Kuşak projesi kapsamında bilinçli ya da bilinçsizce Komünizmle mücadeleye sevk edilmesi de dikkate değer bir olaydır. Hint Alt Kıtası, Balkanlar, Güney Doğu Asya, Kafkaslar gibi problemli yerlerdeki dini grupların etkinlikleri de bu bağlamda yeniden okunmalıdır.
Elbette dini grupların güçlenmesini de sadece dış etkenlere bağlıyor değilim. Kurucu lider ve kadroların olağanüstü gayretlerini, kişisel karizmaları, topluluğun kendisini adamasını ve toplum için yapılan eğitim, sağlık, psikolojik, yardım faaliyetlerini önemsemiyor değilim [3]. Bunlar da dış unsurlarla beraber dini grupların güçlenmesinin birer parçasıdır. Ancak dini grupların ulusal devletler ve küresel odaklar açısından önemli görevler üstlenmeye devam ettiğini de söylemek zorundayız. Kısaca, dini gruplaşma salt dini ve lokal bir olgu değildir. Konunun siyaset, ekonomi, güvenlik, uluslararası ilişkiler gibi birçok boyutu vardır. Bunların parçalanmaları da farklı sebeplere dayanabilir. Tek nedenli açıklama yeterli değildir.
Kurucu karizmatik liderler veya inşacı liderler sonrasında dini gruplar genel bir parçalanma süreci yaşıyor. Günümüzde de bunun çokça örneklerini görüyoruz. Bunun normal olduğunu bilmek gerekir. Bölünmelerin de bu grupların zayıflayacağı anlamına gelmediğini tekrarlayalım. Bugünlerde İslam toplumlarının en büyük hareketlerinden biri olduğu düşünülen Tebliğ Cemaatinin yeni lider seçimi sürecindeki iç hesaplaşmanın kanlı-bıçaklı kavgaya dönüştüğünü görüyoruz. Normalde şiddete karşı bu ıslahçı hareketin devasa ekonomik, beşeri, politik gücün paylaşımı noktasında kanlı hesaplaşmaya sahne olması düşündürücüdür. Kurucu ve inşacı kadroların sahneden çekildiği günümüzde dini gruplarda benzer grup içi hesaplaşmaların yaşanması muhtemeldir.
Modernleşme ve Dini Gruplar
Glokalleşen Dünya’da dini grupların geleceği konusunu anlamak için modernleşme sürecindeki değişimleri iyi okumamız gerekiyor. Klasik anlamda tarikatların 9 ve 10. asırlarda görülmeye başlandığı ve sistemleştiklerini biliyoruz. Ancak cemaat türü yumuşak yapılar ise modernleşmenin ürünleridir.
İslam coğrafyasında artan sömürgecilik ve laiklik yanlısı baskılar klasik tarikatları kısmen cemaatlere dönüştürdü. Ancak yeni toplumsal düzenin gereği olarak cemaat türü dini gruplar daha çok modern eğitimin yaygınlaşmasıyla açıklanabilir. Bunlar İslamcı, muhafazakar ve modernist karakterde olabilmektedir. Geleneksel bir kutsal şeyh silsilesine bağlanmak zorunda değildirler ve belirli bir zikir programları yoktur. İslam’ın modern dünyada nasıl var olabileceği üzerine kafa yorarlar. Varlık zeminleri modernleşmenin ürettiği olgulara bağlıdır.
Modernleşme ile beraber geleneksel tarikatlar daha çok eleştirilmeye başlanmıştır. Şeyhlerin konumu, izlenen geleneksel metotların değişmesi zorunluluğu, postun aile içerisinde devri, artan ekonomik ve politik gücün miras bırakılması gibi sorunlar tarikatları zor durumda bırakmıştır. Bunun yerine Hasan El Benna, Mevdudi, Ali Şeriati, İkbal, M. Akif, Said Nursi gibi değişik fikirdeki Müslüman aydınlar yeni hareketler başlatmıştır. Bunlar modernleşmenin ürünüdür. Gelenekle daha problemli hatta marjinal görülecek olan küçük, modernist, cihatçı gruplar da bu dönüşümün sonuçlarındandır.
Modernleşme İslam düşüncesinin tıkanıklığının önünü kısmen açmıştır. Elbette bugün Avrupa’da bile Müslüman toplumun her türlü fikre eğilimi mümkünken hala klasik ulemanın yönlendirmesine açık olmaları geleneğin gücüyle açıklanabilir [4]. Ancak diğer yandan özgür düşünce ortamının ve Batılı eleştirel eğitimin yetiştirdiği yeni nesillerin de daha sorgulayıcı olduğundan kimsenin şüphesi yoktur. Klasik fetvalar ve tarih yazıcılığı günden güne “kutsiyetini” kaybederken sorunlara daha gerçekçi fetvalar, tarihe daha doğru açıklamalar talep edilmektedir [5]. Bunlar modernleşmenin sonuçlarıdır.
Dini gruplaşma olgusu modern süreçte ulusal kimliklerle bütünleşmiştir. Geçmişte kısmen ümmetçi olan İslamcı düşünce modern ulus-devletlerin de etkisiyle kuruldukları coğrafyanın izleriyle bütünleşti. Vehhabilik, İhvan, Cemaati İslami, Tebliğ, Barelviyye, Diyobendiyye gibi büyük hareketlerin bütün Dünya’da faaliyet yürütse de zihniyet açısından etno-sentrik, kültürel-ulusal milliyetçi kalıplarda sıkışması da modern milliyetçilik ve ulusçulukla açıklanabilir.
Dini grupların modernleşmeyle bir diğer ilişkisi de, çağın ürettiği yoğun göç ve bireyin yalnızlık, çaresizlik, gelecek endişesi gibi etkenlerin dini grupları hızla büyütmesidir. Çağımızın ürettiği, Giddens, Sennett, Fromm gibi aydınların sürekli değindiği korku ve endişelerin bir kısmı bu gruplarca dindirilmeye çalışılmaktadır.
Glokalleşme Sürecinde Dini Gruplar
Glokalleşme yerel ve küresel kültürlere, değerlere ve kıymetlere açık olan bir süreçtir. Artık bu anlamda kültürlerin daha demokratik bir platformda yarıştığı iddia edilmektedir. Elbette ideolojik ve baskı aygıtlarına sahip olma derecesi bu ilişkide de belirleyici olmaktadır. Ne var ki süreç yerel olan lehine bazı avantajlar sağlamıştır. 60’lardan sonra Post-modern teorisyenlerin de etkisiyle artan lokal değerlerin ve kültürlerin güçlenmesi eğilimi günümüzde hayatın her alanında gözlenmektedir. Buna göre dinin ve dini grupların da modernleşme sürecinde olduğu gibi glokalleşme sürecinde de yeniden organize olmaları gerekebilir [7]. Ayrıca yaşanan bazı tecrübeler İslam toplumlarında da İslamofobiyi tetiklediği için her şeyin yeniden kurgulanacağı bir düzenden bahsetmek mümkündür [6]. Laikliğin değer kazanması, deizmin yükselişi, dine karşı lakaytlık ve geleneğin eleştirisi iyi okunmalıdır.
Aşağıdaki bölümlerde glokalleşme teorisi ve bazı ön izlenimlerden hareketle İslam toplumlarındaki dini grupların geleceği üzerine öngörülerde bulunmayı deneyeceğiz.

Çağın ürettiği yoğun göç ve bireyin yalnızlık, çaresizlik, kendini değersiz hissetme ve gelecek endişesi gibi etkenler dini grupların gelişmesinde belirgin öneme sahiptir.
Ulusalcı-Etnik Zihniyetin Değişimi
Öncelikle, dini grupların ulusal ve kültürel karakterlerinin bir açıdan onları güçlendirdiği bir açıdan ise küreselleşmelerinin önünü kestiği açıktır. Cemaati İslami, Tebliğ, Muhammediyye, Diyobendiyye veya Barelvilerin gibi büyük gruplar muazzam Hint, Afgan, Pakistan, Bangladeş, Endonezya coğrafyasından beslenirken fazlasıyla lokal bir zihniyet ürettiler. Bu, ulusalcılık çağında ilgili gruplara büyüme ve ulusal politikalara karışma gücü bile vermiştir. Ancak günümüzde belirli sınırlara ulaşan bu hareketler ümmetin geri kalanıyla diyalog kurmakta zorlandıklarını görmektedir. Aynı şey Mısır Arap milliyetçisi olan İhvan, Suudi Arap milliyetçisi olan Vehhabilik, İran milliyetçisi olan Humeyni Şiiliği, Tük milliyetçisi olan Türk dini gruplar için de geçerlidir.
Dini gruplar diğer Müslüman topluluklarla sağlıklı ilişkiler kuramamak, grup içi aidiyeti oturtmak veya kendi terminolojileriyle açıklarsak, “cemaat enaniyetlerini” tatmin etmek için her yerde “özel” mescit, cami ve lokallerinde toplanmaktadır. Bu genelleme ilk başta Kur’ani retoriğe ters gelse de sosyolojik gerçek budur. Avrupa ve ABD gezilerinde sıklıkla karşılaşılan şeylerden biri de şüphesiz dini gruplar arasındaki bu “sınırlar”dır. Allah’ın mescidleri Arapların, Süleymancıların, Mealcilerin, İranlıların, Selefilerin, Diyobendilerin mescidlerine dönüşmüştür. Açıkçası her biri birer “post-modern kabileye” dönüşmüştür. Aynı şekilde yerel kimlikler de diyalog kapılarını kapatmaya neden olmaktadır. Batılı mühtedi adayları bu etnik ve ulusal bölünmüşlükten ürkerek Selefi gruplara yönelmektedir.
Dini grupların yerel kimliklerine bağlılıklarının bir sonucu da Batı’daki tarihsel İslamofobiyi derinleştirmesidir. Hem etnik ve kültürel hem de dini fobi İslam’a girişlerde bireyleri düşündürmektedir. Bu durum Batılı eğitim almış ikinci ve üçüncü kuşakta İslam’a sonradan dönüş yapmak isteyen bireyler için de sorundur [6]. Dini grupların kuruluş aşamasında ulusal kimlikleri kullanması dönemin şartlarında normalken günümüzde bunu devam ettirmeleri sorunlar doğurmaktadır.
Kısaca, günümüzde “gerçekten” küreselleşmek isteyen grupların kendi yerel etnik, kültürel, ulusal farklılıkları gibi “öteki” toplumların da farklılıklarını önemsemesi şarttır. Hint kıtasının değerlerini Avrupalı bir Türk’e veya Moro’luya kabul ettirmek zordur. Bu sebeple yeni coğrafyalara açılmak, özellikle de oralarda kalıcı olabilmek için yerel kimliklere saygı duymak gerekir. Ulus-aşırı şirketler bile buna önem vermektedir.
Gücün Adil Paylaşımı
Modernleşme kendine has bazı yönetimsel sonuçlar doğurdu. Bunlardan biri de merkezi yönetimlerin güçlenmesiydi. Politik, ekonomik ve kültürel sahada son 150 yılda buna şahitlik ettik. Tarihte hiçbir diktatörün sahip olamadığı merkezi yönetim gücü bugün en zayıf devletlerde bile önemli bir yönetim silahına dönüştü. Dini gruplar da merkezileşmeye kolaylık sağlayan fırsatları kullanarak Dünya’nın değişik yerlerindeki üyelerini kolayca kontrol etmeyi öğrendi. Yeni gelişmeler bu anlamda dini gruplara güçlü bir yayılma alanı açmış oldu. Ancak genişleme her daim güçlü merkezin kontrol ve yönlendirmesine bağlı kaldı.
Glokalleşen Dünya’da dini grupların geleceği bir anlamda güçlü merkezi yönetimlerin bu gücü yerel üyeleriyle adil paylaşımına bağlıdır. Çünkü artık Lizbon, Berlin, New York, Atina, Brüksel’de yaşayan bireyler Türkiye, Bangladeş, İran, Sudan merkezli dini grup yönetimlerinin kendilerini anlamakta zorlandığını görebiliyor. İlk kuşak Avrupalı göçmen Müslümanlar geldikleri yerlerin kültürüne vakıf olsa da yeni kuşaklar kaynak ülkeden kopmaktadır. Dolayısıyla dini yaşamında da yetiştiği ülkenin kültürüne uygun bir dindarlık ve grup yapılanması istiyor. Ekonomik, sosyal açılardan destekledikleri dini grup veya cami derneklerinde kararların da kendilerine sorulmasını beklemektedirler. Avrupa ve ABD’li üyeler birçok dini grup için iyi birer ekonomik kaynakken buraların yönetim işlerinden uzak tutulmaya çalışılması yanlıştır.
Güçlü merkezi yapılar modern dönemin bir ürünü olsa da yeni dünya sisteminde eski işlevini kaybediyor. Dini grupların ulus-aşırı şirketler gibi yerel kültürel unsurlara daha fazla kulak kabartması gerekiyor. Merkezden beklenen genel ilkelerin belirlenmesi, rehberlik yapılması ve denetimdir. Her kararın bir merkezden alınıp, uygulamaya geçirildiği yapılar artık geride kalmalıdır. İnsanlar bireyselleşiyor ve kararlarına daha fazla saygı duyulmasını istiyor. Her türlü yardımı ve desteği sağladığı vakıf, cami veya mescidinde kararların, yönetimin bazen binlerce kilometre uzaktaki çekirdek kadro tarafından verilmesi giderek eleştiri konusu yapılıyor.
Şeffaflık
İnsanlar Batılı eğitim aldıkça dini grupları daha fazla sorgulayacaktır. Daha önce İslam toplumlarında ilk Batılı tarzda eğitim alan kuşakların tarikatları eleştirip cemaat türü esnek grupları ortaya çıkarması gibi yeni dönemde de daha küçük, kontrol edilebilir ve şeffaf STK’ların doğacağını düşünüyorum. İnsanlar muazzam ekonomik ve beşeri kaynağa sahip dini grupların nasıl karar aldığını, paranın nasıl harcandığını merak ediyor. Bu konudaki spekülasyonlar her dönem ve her grup için yapılıyor. Ancak büyüyen grupların dedikoduları da büyüyor ve destekçilerin yardımlar konusunda bilgilendirilmesi güvenilirliğini kaybediyor.
“Açık toplum” süre gelen bir beklentiydi. İslam toplumlarında hiçbir zaman ne devletler ne de STK’lar açıklığı sağlayamadı. Hem bu ülkelerin şartları hem de zihniyetler sebebiyle sürekli kapalı kapılar ardında ve gizli ajandalarla iş yapıldı. Dolayısıyla şeffaflık umursanmadı. Sürekli, “şeyhimiz, liderimiz, büyüklerimiz, abilerimiz…. bilir” replikleri en ufak sorgulamaları bile susturdu. Zaten dini grupların tarikatlardan süre gelen “gassalın elindeki meyyit” gibi olma ve itaat etme prensipleri de sorgulamaya izin vermiyor. Ne var ki modernleşme ve yeni nesillerin Batılı eğitim, iş, yönetim, yaşam tarzlarıyla büyümesi geleneksel dini grupların kapalı kutu olmasını tasvip etmiyor.

Batılı tarzda eğitim alan yeni kuşakların daha küçük, kontrol edilebilir ve şeffaf STK’lara yönelmesi beklenebilir. Bunlar küresel dini gruplarla ilişkili de olabilir. Ancak demokratik bir yapı gereklidir.
İnsanlar yardım yaptıkları derneğin, caminin, okulun, lokalin nasıl yönetildiğini, paranın nasıl kullanıldığını, kadro seçimlerinin nasıl yapıldığını bilmek istiyor. Dahası bunlara müdahil olmak istiyor. Aklının kabul etmediği şeylerde “keramet aramanın” çok yanlış olduğunu daha iyi anlamaya başladılar. Doğal olarak merkezi yönetimlerin şeffaf ve lokal iradeye saygılı olması bekleniyor. Bunda şüphesiz bütün dünyayı bir merkezden, “yetişmemiş” kadrolarla yönetmeye çalışman liderlerin hatalarının önemli bir etkisi vardır.
Bilime Daha Fazla Alan Açılması
Dini grupların en büyük zaaflarından biri karizmatik liderlere olan zaaftır. Maalesef sosyo-ekonomik açıdan zayıf toplumların genel bir karakteristiği olan bu lider kültü İslami topluluklarda etkisini sürdürüyor. Karizmatik lidere aşırı bağlanma, liderlerin eleştiriye tahammülsüzlüğü, sonrasında liderlerin zayıf karakterli dalkavuk bir halka ile kuşatılması sonun başlangıcı oluyor. Bu durumda kararların alınması ne istişareye ne de akıl sahiplerinin fikirlerine dayanıyor. Karizmatik-dâhi liderler! her şeyi bildikleri ya da bizzat Hz. Peygamber’den direktif aldıkları! için kararların en iyisini alabilir fikri hüküm sürüyor.
Bilimselliğe ve akla alan açılması halinde glokalleşen Dünya’da dini grupların geleceği daha sağlıklı olabilir. Aksi takdirde çoğunlukla geleneksel molla eğitimi alan kuşakların yönetiminde, kitleler yarı karanlıkta benzer yanlışları tekrarlaya tekrarlaya mehter yürüyüşü yapmaya devam edecektir. Maalesef son 70 yılda Dünya’daki kalbur üstü dini yapılar ile ulusal devletler arası ilişkilere baktığımızda sürekli benzer tarihlerde, benzer taktiklerle benzer karşı reflekslerle operasyon yediklerini görüyoruz. Şiddet tuzağı bunların yaygın olanlarından biridir. Yönetim kadrolarının sosyal bilimlere olan uzaklığı ve dini grupların birbirlerinin varlığını-yaşadıklarını önemsememesi bu benzerlikleri artırıyor. Ancak maalesef yaşanan acı olaylar grupların sosyal bilimlere ve birbirlerinin deneyimlerine kulak astıklarına dair olumlu işaretler vermiyor.
İslami gruplar genelde klasik eğitim görmüş molla kadrolarınca ve mühendislik, tıp, edebiyat kökenli liderlerce yönetiliyor. Bunun dışında siyaset bilimci, sosyolog, psikolog, tarihçi lider istisnadır. Ancak burada asıl belirtmek istediğimiz hemen her grubun içerisinde onlarca, yüzlerce insan ve toplum bilimci olsa da bunların grupların politikalarında etkili olamamasıdır. Glokalleşen Dünya’da dini grupların geleceği akla ve bilime alan açıp açmamalarıyla ilgili olacaktır. Çünkü Doğu’da ve Batı’da yetişen yeni nesiller daha sorgulayıcı. Süregelen yöntemlerle -ve aynı hatalarla- İslam’ın ruhunun modern zamanlarda yaşatılamayacağı ortadadır.
Dini gruplar temel politikalarını belirlerken siyaset bilim, uluslararası ilişkiler, iktisat, eğitim, sosyoloji, psikoloji, folklor gibi bilim dallarından “profesyonel” destek almalıdır. Maalesef bunun yapılmadığı ortadadır. Fakat grupçuluk ve yönetme-hükmetme hırsı çoğu zaman bu gerçeğin üstünü kapatmaktadır. İslamofobiden istibdada, genel temizlik ve eğitim problemlerinden ahlaki problemlere dünya kadar sosyo-ekonomik sorunla uğraşan Müslümanların bunlara yönelik esaslı-tutarlı ve ortak bir reçetesi görülmemektedir. Bunun bir sebebi de geleneksel ve modern yönetici kitlesinin sorunları anlama, tahlil etme ve çözüm üretme noktasında insan ve toplum bilimlerini önemsememesidir.
Elbette dini grupların mevcut halleriyle akla ve bilime ön vereceklerini kolay gerçekleşebilecek bir şey olarak görmüyorum. Bu yapıların “ontolojik” anlamda değişim yaşamadan bunu başarmaları zor. Ancak çağın, grupları zorladığı şey bu değişimdir. Mevcut gruplar buna direndikçe parçalanacak ve yerlerini günü okuyabilen yeni gruplar alacaktır.
Yeni Yaşam Tarzları ve Gruplar
Glokalleşen Dünya’da dini grupların geleceği hakkında yapacağımız tahminlerden biri de geçmişte görülmeyen, yeni grupların ortaya çıkmasıdır. Modernleşme nasıl ki feminist, ultra-modernist ve Selefi gruplara hayat verdiyse yeni süreçte de aşırı feminist, eşcinsel, geçmişte helal-haramlığı tartışılmayan konulardaki fetvaları bay-pass eden gruplarla karşılaşabiliriz.
Yeni yaşam tarzları ve dini grupların ip uçları açıkça görülmeye başlanmıştır. Mesela günümüz Selefiliği bu anlamda modern oluşumdur. Ancak IŞİD, Boko Haram, eş-Şebap gibi sayısız grubun post-modern olduğu söylenebilir. Diğer yandan sosyal etkileri henüz güçlüce duyulmayan yeni Selefi anlayışlar da “herkesin ulema olmaya başladığı” çağımızda ayrı bir gelişim alanı buluyor. Diğer yandan helal cinselliğin, bahis oynamanın, diğer dinlerdeki bireylerle evlenmenin (kadınlar için), şekilsel özellikler taşıyan namazı, orucu, kurbanı, haccı soyut manalarıyla yorumlamanın yollarını arayan yeni kuşak Müslümanlar saklanmaya gerek duymuyor. Bruinessen, Göle, Özyürek’in araştırmaları bu konularda çokça veri sunmaktadır [5].
Kültür değişimi ister Doğu’da ister Batı’da yaşasın Müslüman inanç ve gelenekleri zorluyor. Bunun sınırlarını koymak olanaksız. Nihayet süregelen direniş göçler, modernleşme ve geleneğin sarsılmasıyla yerini değişime bırakmıştır. Gellener’in deyimiyle artık İslam toplumlarında “sarkaç bozulmuş”tur. Bir çeşit pasif devrim yaşıyoruz. Sonuçta günümüzde bile toplumun genelince marjinal görülen yeni eşcinsel, ultra-feminist, mezhepçiliği reddeden dini grupların ortaya çıkması muhtemeldir. Bunun yanında, moderniteye küserek iyice geleneğe sarılan küçük tasavvufi grupları da görebiliriz.
Değerlendirme
Burada, glokalleşen Dünya’da dini grupların geleceği üzerine bir okuma denemesi yaptık. Temelde çok büyük grupların lokalleşmeyle beraber “fiziki” açıdan bölüneceğini ön görüyorum. Ancak bunlar iyi yönetilebilirse ortak bir fikir etrafında ve belirli ortak politikalarla daha yumuşak bir ilişki ağı geliştirebilirler. Grup merkezleri daha demokratik karakter kazanıp yerel teşkilatları belirli oranlarda özerk bırakırsa ortak idealin birleştirdiği, yerelden güçlü bir enerji alan hiper-modern dini gruplar doğabilir. Grupların ulusal, etnik ve bölgesel kimlikleriyle ümmet ve dünya vatandaşı olma arasında bilinçli birer kimlik yaratma becerisi de sonucu belirleyecektir.
Diğer bir konu da dini grupların şeffaflaşıp bilime alan açmalarıdır. Dar yönetim kadrolarının belirlediği politikalar yerine daha denetlenebilir ve katılımcı bir yönetim mekanizması destekçileri motive edebilir. Diğer yandan dar çekirdek kadronun ulusal-uluslararası istihbarat örgütlerince kolayca manipüle edilmesi de can sıkıcı bir gerçektir. Bu sebeplerle daha akılcı ve paylaşımcı yönetim şekilleri talep edilebilir. Özellikle, geçmişle kıyaslandığında karizmatik liderler yerine akılcı ve paylaşımcı liderlerin öne çıkması beklenir.
Gelişen süreçte ibadet, inanç ve yaşam tarzı açısından enteresan bir çeşitliliğin ortaya çıkacağını düşünüyorum. Aslında bu, geçmişte de yabancısı olmadığımız bir durum. İslam toplumları daha 9. 10. 11. 12. asırlarda Mutezilileri, İhvan-Safaları, Razileri, İbn Sinaları, İbn Arabileri, Şeyh Galipleri, Karmatileri bünyesinde taşımıştır. Bugün bunu anlaması zor olsa da yaşanacak gibi görünmektedir.
Kaynaklar
1– Türkiye ve Dünya’da cemaat ve tarikatlar hakkında bir analiz için bkz. https://usamer.org/post-modern-kabileler-cemaat-ve-tarikat-meselesi/
2– Türkiye ve Dünya’da cemaat ve tarikatların genel şemasını görmek için bkz. https://usamer.org/turkiye-ve-dunyada-dini-gruplar-gruplarin-tasnifi-kokenleri-bazi-ozellikleri/
3– Modern toplumlarda dini grupların gelişimi ve insan kazanma yöntemleri üzerine yapılmış harika bir karşılaştırmalı araştırma. Mısır’dan İhvan, İsrail’den bir Yahudi, İtalya’dan bir Katolik ve ABD’den de bir Protestan grup bu eserde incelenmiştir. Nancy J. Davis, Robert V. Robinson, Dinsel Hareketler ve Sosyal Refah: Mısır, İsrail, İtalya ve ABD- Tanrı İçin Toplum Talebi, İletişim, 2015.
4– Martin van Bruinessen, Stefano Allievi (Der), Avrupa’da Müslüman Öznenin Üretimi; Fikirler, Bilinçler, Örnekler, İletişim, 2012.
5– Nilüfer Göle, Gündelik Yaşamda Avrupalı Müslümanlar: Avrupa Kamusal Alanındaki İslam İhtilafları Üzerine Bir Araştırma, İletişim, 2015; Esra Özyürek, Müslüman Olmak Alman Kalmak: Yeni Avrupa’da Millet, Din ve Din Değiştirme, İletişim, 2015.
6– Mehmet Yanmış, “Müslüman ahlakı Üretmeyen İslamofobi Üretir”, Demokratik İslam, 2018. İndirmek İçin Tıkla
7– Avrupa’da modernleşme sonucu ortaya çıkan dini anlayışlar İslam toplumları için de ufuk açıcıdır. Grace Davie, Modern Avrupa’da Din, Küre, 2005.
Dini hayat ve dini grupların sosyo-ekonomik hayatın değişimiyle hızla değiştiği, gelenekten uzaklaşarak çözüldüğü, yeni dindarlık tarzları ürettiği ve eski iddialarını terk ettikleri Türkiye örneğinde de bazı araştırmalara konu olmuştur. Cihan Tuğal, Pasif Devrim: İslami Muhalefetin Düzenle Bütünleşmesi, ve İrfan Özet, Fatih-Başakşehir: Muhafazakâr Mahallede İktidar ve Dönüşen Habitus: gibi çalışmalar dikkat çekicidir.