
Otoriter Devlet ve Birey Üzerine Yorumlar: Jung İle Bir Analiz
Kitleler bireydeki iç görü ve düşünme yeteneğini ezip geçebilir. Kitle psikolojinin güçlü olduğu yerlerde ve zamanlarda birey aklına ya da duygularına uyma konusunda kararsız kalır. Bireysel anlamda mantıklı ve eleştirel düşünme insanın en belirgin özelliklerinden biri olmadığından kararsızlık şaşırtıcı olmaz. Sosyo-politik yönüyle gelişmiş toplumlar insanın bu sorununu çözmek için bireyselleşmeye daha sıcak bakarken gelişmemiş veya gelişmekte olan ülkeler ise bireyin devlete ve kolektif yaşama uyumunu istemektedir. Otoriter devlet ve birey üzerine yorumlar: ünlü psikolog Jung’un Keşfedilmemiş Benlik adlı kitabının bir analizidir.
İçindekiler
Devletin Otoriterleşmesi
Devlet zayıflığa düştüğünde doktriner ve otoriter bir despotluğa kayar. Devletin otoriter yapıya bürünmesi vatandaşları da etkiler. Normal zamanlarda daha makul bir yapı gösteren bir toplumdaki fertler devlet otoriterliğe kaydığında da duygusal kırılma yaşamaktadır. Akıl kitle davranışının belirleyicisi olmaktan çıkar. Değerler, kanunlar ve temayüller anlamını kaybeder. Mantık ve akıl yürütme normal zamanlarda iş görürken toplumda “duygusal ısı” arttığında aklın yerini sloganlar ve hayali dilek-fanteziler alır. “Yani, bir çeşit toplumsal cinnet ve hızla yayılan psişik bir salgın hastalık topluma musallat olur.” Böyle zamanlarda a-sosyal kabul edilen kimseler değer kazanır.
A-normal tipler toplumda güç kazanırken makul, akli selim ve bilgili kimseler geri plana itilir. Bahsi geçen a-normal insanların sadece akıl hastaneleri ve hapishanelerde olduğu da zannedilmesin. Bu insanlar sağlıklı toplumda çok göze batmayacak kadar normal görülebilir. Ancak toplumsal cinnet zamanlarında gerçek kimliklerini ortaya koyma fırsatı yakaladıklarında onları tanıma şansı buluruz. Jung, “ortada olan her bir delilik vakası için, tahminime göre, en az on gizli, saklı delilik vakası sayabiliriz. Açığa çıkmamış bu delilikler nadiren kendilerini belli ederler, ama normal görünümlerine rağmen, düşünceleri ve davranışları bilinçdışındaki sapkın ve çarpık faktörlerin etkisi altındadır.” Belirtildiği gibi ruh hastalığı belirlenmiş bireylerin yaklaşık on katı kadarı da teşhis konulmadan toplum içerisinde yaşamaktadır.
Çoğu “gizli ruh hastası” işçi, çiftçi, memur, gazeteci, öğretmen, doktor, mühendis olarak normal meslekler yapmaktadır. Bunlar toplumsal cinnet dönemlerinde duruma intibak edip saklı yönlerini açığa çıkarırlar. Böyle dönemlerinde bilinçaltını rahatça ifade ettiklerinden daha rahat olurlar. Normalde kırıcı, yıkıcı olmayan fertlerin bir kaza anında, protesto gösterisinde ve rekabet ortamında sözlü-fiili şiddete başvurması buna bir örnektir. Aynı şekilde toplumda çok kibar-hanımefendi olarak bilinen kimselerin ev ortamında vahşi bir eşe-ebeveyne dönüşmesi de gizli delilik vakaları konusunda bizi düşünmeye sevk etmektedir.
Tabi ki, bireydeki her öfke-gazap delilik şeklinde görülemez. Öfkenin ilk filozoflardan beri bireyin üç tamamlayıcı unsurundan biri (akıl, şehvet) olduğu akılda tutulmalıdır. Ancak normal insanlarda bu öfke akıl ve şehvet ile uyum içerisinde olur. Buna adalet derler.
Kolektif Cinnet ve Psikozlu Bireyler
Kolektif cinnet dönemlerinde gerçek benliğini ortaya koyabilecek bir ortam bulan psikozlu bireyler yıkıcı yönlerini toplumda kolayca yayabilir. Kitle “galeyana” geldiği zamanlarda tek tek bireylerden daha aşağı bir muhakeme ve akıl yürütme becerisine sahip olduğundan yıkıcı, şiddet eylemleri ve nefret söylemleri için mümbit bir toprağa dönüşür. Normalde toplumun az bir kısmını oluşturan a-normal ve psikozlu bireyler cinnet dönemlerinde büyük bir güç kaynağına dönüşürler. Bu insanların “hastalık ve cinnet bulaştırma gücü” sayesinde toplum kısa sürede daha sonra utanacağı şeyleri yapabilir. Biz bunu sıklık “toplumun galeyana gelmesi” ya da “sosyal patlama” şeklinde tanımlıyoruz.
Unutmamak gerekir ki psikozlu insanların çoğu da kendi sorununu göremez. Çünkü kendini tanımak zaten insanın en büyük sorunuyken psikozlu kimselerin kendi gerçeklerini görmek istemeyeceği ortadadır. Dolayısıyla çoğumuzun yaptığı gibi onlar da ego içeriğini ve karakterin bazı özelliklerini tanımayı kendini tanımak olarak zannetmektedirler. Oysa gizli yönümüzü oluşturan ve bireysel-toplumsal cinnet dönemlerinde ortaya çıkan bilinçdışımızı tanımak gerekmektedir. İnsanların geneli bu bilinçaltını redder. Hasbel kader ortaya çıkan bu yönümüzü şeytanın kandırması, nefse uymak, cahillik, bir anlık öfke gibi gerekçelerle kendimize yakıştırmayız. Bilinmelidir ki, bir şey bilinçaltımızda güçlü şekilde varsa uygun ortamı bulduğunda meydana çıkacaktır. Ancak uzman eşliğinde yapılacak tedavilerle bu durum dengelenebilir.
Psikozlu bireyler toplumsal mühendislik yapmak isteyen veya rutin devlet işleyişi dışına çıkmak isteyen kliklerce altın değerindedir. Bu sebeple demokratik sistemleri tehlike altındaki toplumlarda bu kimselerin tedavisi hayati önemdedir. Aynı şekilde önemli etnik, dinsel, mezhepsel, ideolojik fay hatlarının olduğu toplumlarda da gizli nevrozlu bireylerin kontrolü gereklidir. Toplumun genel ruh sağlığının iyileştirilmesi şarttır.
Birey ve Modern Devlet
Günümüzde birey devlete daha çok bağlanmaktadır. Bütün eğitim, medya, hukuk, ekonomi sistemleri ve dolaylı kurumlar bir şekilde devlet tarafından kontrol ediliyor. Yöneticiler de bu sistemin birer parçasıdır. Neyin öğretilip neyin öğrenileceğine devlet karar verir. Ancak benliğini kaybetmemiş kişiler devlet otoritesine boyun eğmez ve 14. Louis gibi “devlet benim” der.
Liderlerin ve bireylerin devletle ilişkileri hassas bir konudur. Her “devlet benim” diyen kimsenin bir halk kahramanı olması beklenemeyeceği gibi acımasız bir despot olması da gerekmez. Ne var ki hiçbir toplum liderlerinin bu şekilde kontrolsüz olmasını istemez. Onun ne yapacağını ön görmek ister. Bazı toplumlarda lider-devlet çatışması halkta sığınılacak liman arayışını tetikler. Kaotik ortamdan çıkmak isteyen toplumlar da nispeten sistemle çatışmayı göze alabilecek güçlü liderlere sığınabilir. Bu tür liderlerin sistemi tamamen kontrol etmesi çoğu zaman kendi sonlarını da getirir. Bunlar “sonunda kendi şişirilmiş ego-algısının kurbanı olurlar.”
Otoriter devletlerin ve liderlerin bireyin benliğini öldürdüğü bir gerçektir. Güçlü politik, dini, etnik liderlerin yönettikleri toplumdan beklentileri itaattir. Sorgulama, fikir alışverişi, özgür ifade böyle yöneticilerin kabulü değildir. Dolayısıyla bu tür toplumlarda bireylerin önemi azalır. Birey bu şekilde kendisini zayıf ve yetersiz hissederse zamanla “devlet köleliği” başlar. Kişi bilmeden ve istemeden devletin kulu olmuştur. Tabi ki bu kulluk klasik Orta Çağ toplumlarındaki gibi değildir. Ancak nihayetinde eğitim, çalışma hayatı, dini kurumlar, boş zaman etkinliklerimizi belirleyen ve ana politik tabloyu şekillendirip önümüze koyan devletin başka tür bir kölelik sistemi kurma olasılığı Jung’un endişelerinden biridir. Birey zannettiğinden çok daha fazla devlete bağlanmakta ve benliğini kaybetmektedir.
“Sadece dışarıya bakan ve askeri kıtalar karşısında korkudan sinen bir insanın, duygularının ve aklının tanıklığı ile savaşacak olanağı yoktur!” Bu durumda birey ve toplumun nereye sürükleneceği yöneticilerin insafına kalmıştır. İhtiraslı-otoriter liderler böyle kitleleri felakete sürüklerler. Sistemin sağlıklı işlemesi için toplumun ve devletin yaratıcısı bireyin sorgulayıcılığı canlı tutulmalıdır. Bu açıdan bağımsız STK, medya, yargı ve düşünce kuruluşlarının önemi çok büyüktür. Bireysel veya sivil sorgulama becerisinin güçlü olması, insanların kendi hayatlarının taşıyıcı oldukları bilincinde olması devletin ilkel-oligarşik despotizme kaymasını önleyecektir.
Birey-devlet ilişkilerinde denge sağlıklı kurulmalıdır. Eğer birey “bencil” bir benlik yapısındaysa ve kolektif yaşamın kurallarını ihlal ediyorsa bu anarşiye yol açabilir. Diğer taraftan devletin, bireylerin hakkını tanımadığı bir düzendeyse despotizm ortaya çıkar. Bireysel gelişim engelleneceği için zamanla devletin ve toplumun gelişimi de duracaktır. Ortak yaşamın koruyucusu ve güçlendiricisi olması gereken devlet iyi kurgulanmazsa bunu başaramaz. Devlet bazen “onu manipüle eden kişilerin kullandığı bir kamuflaja” dönüşür. Böyle durumlarda anayasal devlet ilkel toplumlardaki gibi tek kişi veya dar oligarşik yönetime teslim olur ve ilkel komünizme dönüşür.
Devletin, bireyin biricikliğini göz ardı ettiği toplumlarda bireysel yargılama yeteneği azalır ve sorumluluk bilinci gelişmez. Bireyler kendi yaşamlarını direkt etkileyen kararları ve sorumlulukları bile topluma, devlete ve kolektif yaşamın geneline havale etme refleksi gösterirler. Zamanla toplumun ve devletin kuklasına dönüşen bireyler çoğunlukla bunun bile farkına varmazlar. “Özellikle devlet, kendisinden her şeyin beklendiği sözde-canlı bir kişiliğe dönüşür!” Birey ise bu durumda benliğini kaybetme tehlikesi yaşar. Böylece bireyin yerini devlet alırken onun sorumlulukları da devlete yüklenir. Zamanla sorumsuz vatandaşlar yığını devleti ayakta tutamaz. Günümüzde devletin ana, baba, ata görülmesinin riskleri burada ortaya çıkar.
Değerlendirme
Jung bireyin devlet tarafından yutulması tehlikesini önemsemektedir. Buna “devlet köleliği” diyor. Çoğu modern birey artık köleliğin tarihte kaldığına inanırken hayatının en önemli aşamalarında kararları bir şekilde devlet veya harici etkenlerin müdahalesiyle aldığının farkında değildir. Benlik bilinci bu durumda gelişmemektedir. Diğer yandan küçük yaştan itibaren kararları başka tarafından verilen bireyin bilinçaltına biriktirdiği şeyler bireyin ruh sağlığını etkilemektedir. Başka bir ifadeyle çatışmanın şiddetli olduğu vakalarda içerisinde başka dışarısında başka bir bireyin varlığı kişiye zarar verir.
Benlik keşfi ancak bilinçaltı dünyamızla barışmakla mümkün olabilir. Bu şekilde birey kendisini tanıyabilir. Sürekli bunu reddederek yaşayamayız. Saklasak da belirli toplumsal ve bireysel kriz dönemlerinde gerçek yüzümüz ortaya çıkmaktadır. Devlete düşen bireyin küçüklükten itibaren sağlıklı bir benlik geliştirmesine olanak sağlamak ve benliğini keşfetmesine katkı sunmasıdır.
Daha kolay yönetme kaygısıyla bireylerin gelişimini önemsememek komple devlet sisteminin çökmesine neden olabilir. Dünya üzerindeki devletlerin çoğunda bu sorun açıkça görülmektedir. Bireysel gelişimi önemsemeyen toplumlarda devlet dar kliklerin kontrolüne girerek refah, adalet ve iş dağıtma becerisini kaybeder. Dar klikler her şeyi kontrollerinde tutmak için “otoriter devlet”e dönüşür. Sağlıksız toplum yarattıklarında suiistimal edebileceği çok sayıda gizli-açık a-normal tipler bulunacağından genel toplum için sistemin istikrarı tehlikede olacaktır.
Not: Yazıyla bağlantılı olarak, Jung’un aynı kitabı üzerine yapılmış Devlet ve Bağımlı Din analizine de bakabilirsiniz.